15
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
2031
Okunma


İşte yine orada..
Ayna karşımda duruyor..
Aynanın karşısında boş bir duvar..
Duvarın içinde insanlar..
Uzun zamandır kelimelerin sesini kıstığımı fark ediyorum. Üstelik bunu konuşarak yaptığımı.. Hiçbir şey anlatmadan daimi olarak konuştuğumu.. Görünmez olmaya benziyor bu yaptığım. Yaşlanmanın verdiği huzursuz ruh hali beynimi de ele geçirmiş gibi.. Yaşlanmanın aynı zamanda insanı değiştirdiğini anlamak zor değil. Bir tavşan gibi her yere yetişeceğimi sandığım zamanlar geride kalmış, farkında olmadan bir kaplumbağaya evrilmişim. Çoğunlukla hücrelerden ziyade hislerimde olan bir şey bu. Heyecanımı, birçok şeye olan ilgimi kaybetmeye başlamışım. Eskiden yapmayı sevdiğim şeyler için şuan heves duymamam bunun en iyi ispatı.. Bu öyle bir şey ki, görmezden geldiğinde kaybolmuyor, duymazdan geldiğinde sesi kısılmıyor.
Daimi olarak geçmişi düşünüyorum.. Çocukluğumuzu..
Hemen hergün hasretle o günleri yad ediyorum. Galiba yaşlanmaya başladığında, geçmiş gelecekten daha uzak geliyor. Sona yaklaşmanın bilinciyle, geleceğe karşı merakını da kaybediyor bu yüzden umutsuzca eskiyi anımsıyorsun..
Hani kimsenin kimseyi incitmediği, kimsenin kimseye yanlış yapmadığı, her şeyin toz pembe olduğu çocukluğumuzu düşünüyorum. Kötü insanlar dünyanın var olduğu ilk günden bu yana varlıklarını hep sürdürseler de, çocukken herkesi iyi kalpli masal kahramanı olarak gördüğümüz için, insanlara karşı hissettiğimiz o masumiyeti ve dünyaya karşı takındığımız o pozitif bakış açısını özlüyorum.
Salonumuzdaki vitrinin köşesinde duran, parlak kırmızı bir etiketin üstündeki o ilahi soru geliyor aklıma. "Bugün Allah için ne yaptın?" Her sabah o cümle ile güne başlayıp, çocukluğun yorgunluğuyla cevabını unuttuğumuz, ertesi gün yine üzerinde düşünüp kendimizi sorguladığımız o soruyu düşünüyorum. Ne yapıyoruz veya ne yapmalıyız? Gece başımızı yastığa bıraktığımızda vicdanımız rahat edecek kadar huzurlu muyuz sahiden? Allah’ın bizim yapacağımız hiçbir şeye ihtiyacı yokken, bizim artık bir şeyler yapmaya ihtiyacımız yok mu?
En son ne zaman bir yetimin başını okşayıp elimizi uzattık? Hangi muhtacın yarasına merhem sürdük? Hangi köpeğe ellerimizle su içirdik? Hangi kurak toprağa bir fidan diktik? Kendimizden başka düşündüğümuz kaç canlı var hayatımızda? Sadece Allah rızası için iyilik yapma sırrına kaçımız eriştik? Ne zaman bu kadar vurdumduymaz olduk?
Ne zaman bu kadar sağır.. Ne zaman baktığımız halde göremedik apaçık ortada olan hakikati? Bencilliğimizde boğulan bizler değil miyiz?
Belki içimizde birkaçımız bir şeyler yapma aşkıyla yanıp tutuşuyor.. Nereden başlayacağını bilmeyen fakat insanlığa bir faydası dokunsun isteyen o birkaçımız.. Hep düşen ama yine ayağa kalkan, pes etmeyen, içindeki iyiliğin gücüyle dışındaki kötülüklere teslim olmayan, direnen nice insanlar var. Peki nerede yanlış yapıyoruz? Penceremiz çok mu kirli de dünyaya midemiz bulanarak bakıyoruz? Zalimler yüzünden aldığımız gardımızı hiçbir koşulda indirmememizin sebebi kendini koruma iç güdüsünden mi?
Evet dünyada kötülük adında bir salgın var. İlacı henüz yok!
Tabulaşmış gaddarlıkları yıkmak zor. Hangi coğrafyada büyürsen büyü bazı şeyler hiç değişmiyor..
Allah’ın sevgili kulu olmak için ’’çok şükür, elhamdülillah’’ dememiz bizi ayrıcalıklı yapıyor sanıyoruz. Oysa mükemmel kul olmanın yolu yalnızca iyi insan olmaktan geçiyor. Aslında o kadar karmaşık da değil. Belli başlı şeylerden kendini uzak tuttuğunda iyi insan olmak için çaba sarf etmek bile gerekmiyor. Kimseyi kandırmamak, yalandan, riyadan kaçınmak, haset etmemek, hak yememek, her koşulda adaletli olma hünerini göstermek bu kadar zor değil.. Herkesin kendini sorgulaması gereken mevzular var. Kendinde olmayana hayıflanmak yerine elindekiyle dünyanı mükemmele çevirmek, bolluk içinde cehennemi yaşayanların hayatından daha gıpta edici.
Hayattan beklentin ne diye sorsalar, pek çoğumuz şüphesiz bir şey olmasını istediğimizi söyleriz. Bir şey olsun! Ne olduğu çok da mühim değil. O şey ne, biz de bilmiyoruz. Ama delice bir tutkuyla o ’ufak’ bir hamlenin olmasını ve hayatimizin yönünü değiştirmesini bekliyoruz..
Mucizenin aslında ’kendimiz’ olduğunu idrak edemiyoruz. O beklediğimiz şey içimizdeki olağanüstü güç! Her şey istemekten ve harekete geçmekten oluşuyor. Beklediğimiz de kendimizden başkası değil..
Hayat yalnızca içinde olduğumuz bir koridordan ibaret. Bazen dışına taşmak istediğimiz, bazen en kuytusunda saklanmak istediğimiz, bazen yeni yüzler gördüğümüz, bazen ıssız, bazen oldukça karanlık, bazen çok kalabalık, bazen yapayalnız kaldığımız bir koridor..
Ne kadar güven verse de sığınağa benzeyen darlığı, kimi zaman bir o kadar ürkütücü.
Peki biz bu koridorda ne yapıyoruz? Neyi bekliyoruz? Neden buradayız?
Herkes bir çıkış yolu bulma telaşında. Buradan başka bir dünya var mı, bilme merağında..
Sanki bu dünyanın üstesinden gelebilmişiz, hakkını verebilmişiz gibi, yeni bir dünya arzusu hastalığına tutulmuşuz sanki..
Peki bugün Allah için ne yaptık o koridorda?
Başkaları için ne yaptık?
Kendimiz için ne yaptık?
İnsanlık adına, dünya için ne yaptık?
Peki ya insanın insana faydası dokunmayacaksa insan niye var? Yalnızca kendi nefsimizi, kendi egomuzu doyurmak için gelmiş olabilir miyiz dünyaya?
İnsanlığımızı belirleyen kaderimiz değil. Kaderini insanca yaşaması gereken bizleriz. Hangi dünyada olduğumuzun önemi yok, varoluşumuz her yerde bize yakışan biçimde sürdürülmeli. Bizden daha iyi bilen, anlayan, belirleyen, gören, işiten bir kudret var.. Peki biz o kudret için, en mükemmel şekilde donatılmış insanlığımıza yakışan ne yaptik?
Sahiden burası bir tarlaysa, biz ekebilecek, biçebilecek ve layıkıyla gidebilecek miyiz?
haziran2020