25
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
1319
Okunma


Gitgide azalsa ve olanların çoğu, o donanımlı eski sahaflar tarafında işletilmiyor olsa da ‘ikinci el’ kitap satılan yerleri dolaşmayı, adını belirlemediğim kitapları aramayı ve okumayı çok severim.
E-kitap okumayı denedim, yapamadım.
Sayfa çeviremiyorsunuz, ara vereceğinizde ayraç koyamıyorsunuz… Benim için daha da zor olanı: Sayfaya dokunamıyorsunuz!
İkinci el kitaplar, siz hiç bilmeseniz bile öyküleriyle gelirler. Kaldıkları yerlerden, onlara dokunan ellerden, yanlarında konuşulanlardan, korundukları mobilyaya kadar kim bilir ne çok anıyla gelirler yeni sahiplerine. Ama Uzak Doğu bilgesi gibi, sadece susarlar. Siz, onları ‘okuyana’ kadar.
Kitabı okumaya başladığınızda o, ketumluğundan vazgeçerse, siz de onunla bütünleşebilirseniz mahzende mi, tavan arasında mı tutulduğundan, önceki sahiplerinin ona gösterdiği özene kadar birçok ipucu yakalayabilirsiniz.
Her ara verildiğinde bir kulağı bükülmüşse, zamanla zarf kapağı gibi keskinleşen bu izler kopuşmaya başlamış, dokusundan ayrılanları tutmaya gücü yetmemiştir. Kırgındır kitap, elinize aldığınızda bile ‘dik duramaz’!..
Bazı kitapların sayfa alt köşeleri, DNA testine izin verecek kadar örnekle kaplanmaktan sararmış, yağlı – kaygan bir yapıya dönüşmüştür. Kim bilir yalanmış kaç parmak hoyratça savurmuştur onları. Bu izlerle yapışan sayfalarının açılmasına izin vermek istemez gibidir. Yaşadıklarının anlaşılmasından utanır!..
Bazı kitapların ‘yıllanmışlığını’ daha kapağını açmadan sararmışlığından çıkarabilirsiniz. İlk sayfadaki basım tarihini gördüğünüzde yanılmadığınızı anlarsınız. Çok okunmuş bir kitap olduğunu aralara ayraç yerine bırakılan birbirinden çok farklı küçük boş kağıtlardan yakalayabilirsiniz. Üzerlerinde farklı yazı karakterleriyle yazılmış bu küçük notlar, kitabın tek elde kalmadığının ama her seferinde ona çok nazik davranıldığının, değerini bilenlere denk geldiğinin kanıtı gibidir.
Böyle zamanda beni en çok etkileyen, her okuyanın kendinden öncekine saygı duyarak bırakılan kağıtlara dokunmamasıdır. Çok rastlanan bir örnek olmasa da denk gelmek bile çok güzel!..
Uzun yıllar Türkiye’de görev yapmış ve yaşamış, harici görevlendirmelerle neredeyse dünyayı dolaşmış yabancı uyruklu bir vatandaşımız, vefatından sonra tüm kitaplarının okulumuza bağışlanmasını yazılı vasiyetnameyle Türk eşinden isterken ayrıca kitapların tasnifinin ve gerekli yerlere ulaştırılmasının da tarafımızca yapılmasını istediğini belirtmiş. O da eşinin, anı kalsın diye kendisine hediye ettiklerinin dışındaki, tüm kitaplarını göndermeye karar vermiş.
Bu haber geldiğinde bölüm başkanı olarak gelecek kitapların tümünü benim gözden geçirmemi istediler. Buna göre kütüphaneye kalacak, ilgili kültür vakıflarına ya da yardım ettiğimiz okullara gönderileceklere beraber karar vereceğimizi söylediklerinde çok etkilendim.
Kapalı kasa büyük bir araç, birkaç seferde ancak taşıdı hepsini!..
Ben ikinci el kitapları severim ama böyle kütüphane dolusu ‘ikinci el’ kitaplarla ve bu kadar uzun süre hiç baş başa kalmamıştım.
Neler yoktu ki!..
Doğu dillerinden Batı dillerine kadar sekiz dili anadili gibi bilen bağışçımızın kitapları da bu dil çeşnisini barındırıyordu. Coğrafyadan gökbilime, Osmanlıda saray entrikalarından teolojiye, önemli biyografilerden yemek kitaplarına… kadar aklınıza bile gelmeyecek her konuda kitap vardı.
İlk önce onları dillere göre ayırdım. Yabancı dillerden olanlar için dil öğretmenlerimizden ve üniversitedeki dil bölümü öğretim üyelerinden yardım istenerek kalacaklar ve ilgili yerlere gidecekler ayrıldı.
Sıra Türkçeyle yazılanlara geldi. İkinci dil olarak öğrendiği Türkçeyle yazılmış kitapları okumasına hayran kalmamak mümkün değildi. Her okuduğu kitap, hiç dokunulmamış kadar hasarsızdı ama hepsinin içinde ‘yapışkansız’ küçük kağıtlarda hep aynı yazıyla tutulmuş notlar, sorular, izlenimler, birkaç sayfa önce ya da sonrayla yaptığı bağdaştırmalar vardı.
İşin ilginç olanı, okuduğu kitap hangi dildeyse, tuttuğu notlar da o dildendi. Dil bilinci böyle bir şey işte!… Karşı dilleri ‘gerçekten çok iyi bilenler’ her dilin kendi dokusuna saygı göstererek araya diğer dillerden sözcük sıkıştırmazlar. Tam tersine bunun ‘dile hakim olamamak’ olduğunu çok iyi bilirler…
‘Hiç acele etmeyin, ne zaman uygunsanız’ dendiği için keyfini çıkara çıkara o kitapların bazılarını tümüyle bazılarını da notlardan yola çıkarak kısmen okudum. Onları hırpalamamak için de bir liste tutarak tasniflerini yapmaya çalıştım.
Bütün kitaplardan sadece ‘yıllanmış bir selüloz’ kokusu geliyordu. Bütün dış etkilerden korumak için onların tavana kadar ve kayar cam düzenekli bir kütüphanede tutulduğunu öğrendik. Üst raflardaki kitaplar, ancak merdivenle alınabilirmiş ve okunma sıklığına ya da ‘daha korumalı olması gerekir’ düşüncesine göre sıralamayı da kendisi yapmış.
Hiç tanışmadığım, kitaplarıyla tanımaya çalıştığım ama öğrendikten sonra şehrimizde yaşamasında onur duyduğum bu beyefendinin eşiyle tanıştım ve uzun uzun sohbet ettik. Onun kitap okumasıyla ilgili izlenimlerimden söz ettiğim zaman eşi, gülümseyerek: “Onu tanımadan bu kadar doğru izlenimler edinmenize çok şaşırdım. Buna ‘kitap dostluğu mu’ denir?..” dedi.
Üstelik o da bu kitapların çoğunu ‘ikinci el’ almıştı!…
Alırken hasarsızını seçmiş, aynı özenle korumuş ve bırakmıştı.
10.06. 2020 Serap IRKÖRÜCÜ
’İkinci El’ gibi geniş açılımlı sözcükleri ’kitap’ üzerinden değerlendirdiğim yazımı GÜNÜN YAZISI seçkisiyle onurandıran Seşki Kurulu üyelerine ve paylaşımımı okuyan - yorum yapan Edebiyat Defteri’ndeki arkadaşlarım çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle... Saygılarımla.