22
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
2074
Okunma


Tüm ilişkilerde ilk intiba diye bir şey vardır ve bunun genellikle bulduklarımızın yansıması olduğu bilinir ve bunlar, hiçbir çabamız olmadan bizde bulunanlardır.
- Aile soy ağacımız,
- Fiziğimiz,
- Ailemizin maddi yapısı,
- Etnik kimliğimiz,
- Ailemizin sosyal seviyesi… gibi.
Bunların yaşamımızı kolaylaştıran artıları varsa yaşayıp keyfini sürmeli ama övünme konusu yapılmamalı… eksileri varsa da bunlardan kaynaklanan bir utanma ya da eziklik yaşanmamalı.
‘Kürk ile börk ile adam olunmaz.’ Ömer Asım Aksoy’un ‘Atasözleri Sözlüğü 1’ kitabının 1540. sırasındaki öz kültürümüzün atasözüdür. Demek ki biz, aslında böyle bir anlayıştan geliyoruz.
Aslında başlatılan iletişim ister yüz yüze, ister sadece konuşarak ya da yazışarak olsun, iz bırakan öncelikle ‘karakter’dir. Dünyada da bunun böyle olduğunu savunan düşünürler vardır:
- “Karakter, güç ve uzun süren bir alışkanlıktan başka bir şey değildir.” Plutarkos da bu konuyla ilgili saptamasını yaparken bunun zamanla ‘edinilen’ bir değer olduğuna vurgu yapmış. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış bir biyografi ve denem yazarı, muhtemeldir ki çoklu gözlemlerinden sonra bu sözü söylemiş ve söz güncelliğini hiç yitirmemiş kİ günümüze kadar gelmiş.
- “Onurlu insanın üzerine titrediği şey karakteridir, bayağı insanın ise makam ve mevki.” Konfüçyus, onur ve insan sözcüğünün de ancak edindiği karakterle bağdaşacağını düşünen bir Uzak Doğu filozofu.
Edindiklerimiz, bulduklarımızın artı ya da eksilerinin etkisinde kalmadan çabamızla elde ettiğimiz kazanımlarımızdır. Burada tercihler devreye girer ve zor olan da zaten budur!:
- Çalışkanlık – tembellik,
- Bonkörlük – cimrilik,
- Dürüstlük – yalancılık,
- İyi niyetlilik – kötü niyetlilik,
- Adil olmak – taraflı olmak… gibi
Kişi kendine karşı kolay kolay adil olamayacağı için, hemen herkes edindiklerinin üstün özelliklerinden dem vurur. Oysa bu, bu kadar kolay olsaydı, insanlık iletişiminde sorunlar da yaşanmazdı, ülke içi ya da ülkeler arası savaşlar da.
Aslında, bulduklarımıza bunlardan hangilerini katarsak asıl ‘BİZ’ çıkar ortaya ve bunu ne yazık ki biz pek göremeyiz, en çok karşımızdakiler görür. İnsanlık bunları bildiği halde düzelmiyorsa bunun birkaç nedeni olabilir:
1- Ya karşımızdakiler, bizi adil değerlendirecek kadar donanımlı değillerdir,
2- Ya gördüklerini söyleyecek kadar ( çıkar hesabı ne yazık ki en büyük etkendir) dürüst değillerdir.
3- Ya da biz, söylenen kusurlarımızı görüp düzeltecek, yerine doğrularını koyacak kadar yeterliliğe sahip değilizdir.
Yaklaşık 1000 yıl önce yaşamış İranlı büyük bilim ve ilim insanı Ömer HAYYAM da bu konuda birçok rubai yazmış. İşte birkaç örnek:
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,
Binbir derde düşer, canlarından bezerler.
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,
Onlar gibi olmayana adam demezler.
Gerçek eren içinde kir tutmayandır,
Varlığını korkusuzca hiçe sayandır.
Bu topraklar üstünde en temiz kişi
Sağlığında toprak kesilmiş olandır.
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok
Şu dünyanın sırına ermişim az çok
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım
Ömrüm gelip geçmiş, hiçbir şey bildiğim yok.
Doğadaki yaşamın sürmesinin temel nedeni dengeyse ve bozulduğunda felaketler zinciri başlıyorsa, ‘BİZ’im için de bu böyledir.
İnsanlığın bugünkü durumunun, sefaleti yaşayanların yanında sefahat alemlerini sürdürebilenlerin olmasının temel nedeni, bulduklarının bir ayrıcalık olduğunu zannedip edindiklerini kimliklerine ekleyip KİŞİLİK geliştirmekten insanlığın gitgide uzaklaşmasıdır.
Bunlardan herhangi birine sahip olmanın gururu sararsa insanı, edinmek için harcadığı emeklere de yazık olur.
Hiçbirinin değeri kalmaz o zaman.
Sağlıklı ve huzurlu bir geleceğe hep birlikte ulaşmak dileğimle…. Sevgilerimle, saygılarımla…
27.05. 2020 Serap IRKÖRÜCÜ
İnsanoğlunun bu iki kazanımla ’kendi’ olduğu fikrimi paylaştığım yazımı GÜNÜN YAZISI olarak taltif eden Seçki Kuruluna, sayfamı ziyaret eden, yazımı yorumlayan ’Defter’deki arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle... Saygılarımla...