10
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1416
Okunma

Her insanın bir ‘anadili’ vardır ve bu onun asıl dili sayılır. Sonra eğilimleri ya da eğitimleri gereğince öğrendiği diller, ‘bildiği yabancı diller’ olarak sayılır ve bu sayıya anadili girmez.
Dünyada ağırlıklarını koymuş kültürlerin en büyük özelliği ‘dil milliyetçisi’ olmalarıdır.
Fransa’da bir nedenle bir süre kalmış hiçbir İngiliz ülkesine döndükten sonra kapıdan girerken ‘bonjour’ ya da çıkarken ‘au revoir’ demez…
Aynı durumdaki bir Fransız da İspanya’dan döndükten sonra ‘ciao’ ya da ‘addio’ demez. Haddini aşan biri bunu yapacak olsa, ona eşlik edilmediği gibi yadırganır da…
Bizde herhangi bir nedenle bunu yaşamış olanların çoğu, döndükten sonra bozuk aksanlarıyla ( o ülkeyi ve kültürü bildiklerini bildirmek için) geldikleri ülkenin sözcüklerini cümlelerine sokuşturmayı çok severler. Hemen her konuda milliyetçiliğini savunan bu ülkenin insanları asıl milliyetçiliğin dille yapılacağından, dillerini koruyamazlarsa bir gün bu asimile olma sürecinin onların tüm özgürlüklerinin sonu olacağından ya haberdar değiller ya da umursamıyorlar.
1977’de sadece arkadaş gruplarıyla oluşturdukları bir turla Avrupa gezisine çıkan annemle babam Fransa’da yaşadıklarına çok şaşırmışlar. O geziden babam dönemediği için yıllar sonra annem anlatmıştı bize bunu.
“Eyfel Kulesi’ndeki restorana tüm grup yapılan rezervasyon üzerine belirlenen saatte gittik. İçerde bizden başka gruplar da vardı. Biz ayrılan masalara oturduk, rehberimiz gidip bir kez daha mönü hatırlatması yaptı. Bir süre sonra servisler başladı. Sıra sıcaklara geldiğinde farklı bir et geldi. Büyüklüğü ve kokusu bize çok yabancıydı, mönünün karıştığını düşündük.
Rehberimiz geçen garsonlara sesleniyor, yaklaşan her garson eğilip biraz dinledikten sonra ifadesiz bir yüzle masamızdan uzaklaşıyordu. Birkaç kez tekrarladıktan sonra rehber sinirlendi ve gidip şef garsonu buldu. Bir süre konuştular, rehber önce şaşkın sonra da mahcup bir ifadeyle konuşmasını tamamladı. O masaya gelirken kalabalık bir garson grubu hemen servisleri tamamladı.
Biz şaşkın, açıklama yapmasını bekliyorduk.
Şef garsonun yanına gelince deminden beri garsonlara anlatmaya çalıştığı halde hiçbirinin ilgilenmediğini, buna çok şaşırdıklarını serzenişli bir dille söylemiş. Şef garson:
- Hangi dille seslendiniz?
- İngilizce
- Neden?
- Her yerde bilinen bir dil diye. Böyle turistik bir yerdeki garsonlarınızın İngilizce bilmediğini düşünemedim.
- Bizim garsonlarımızın hepsi birkaç dil bilir. Gerektiği yerde, kendi işlerini görmeleri gerektiği kadar konuşurlar. Siz, tercih yaparak geliyorsunuz, geldiğiniz ülkenin dilini konuşmak zorundasınız. Bakın şimdi Fransızca konuştunuz, hiç sorun kalmadı!..
Biraz sonra yine bir garson ordusu servislerimizi getirdi. Rehberimizle bir süre Fransızca konuştular, bunların içinde az önce dinlemeden gidenler de vardı. Grupları karıştırdıkları için mönüler yer değiştirmiş.”
...............................
Bunu dinlediğimde henüz yirmili yaşlarımın başındaydım ve Türkçe Öğretmenliği okuyordum, çok etkilenmiştim.
Bizim ayakkabı boyacımızdan, garsonumuza, valelerden simitçiye kadar herkes içinde yarım yamalak ve aksanlı cümlelerle yabancı dilleri konuşarak bir turizm seferberliği içinde katkı sunmaya gayret ediyorlar (!) Buna rağmen turist bize beklendiği kadar gelmiyor, biz de dilimizi SATTIĞIMIZLA kalıyoruz.
Keşke her vatandaşımıza dil öğretebilsek, ‘her dil bir insandır’ sözünü çok severim. Ama yukarıdaki örneklerden dolayı ne kendi dilimizi biliyoruz ne de konuşmaya çalıştıklarımızı… garip bir durum!
Bizim insanımızın hangi kültüre yakın olduğunu anlamak için önce çocuklarının adlarını sorabilirsiniz, sonra da bir süre sohbet etmeniz yeterli olacaktır.
İslamlaşırken Araplaşmanın sonucunda 11. yüzyılda dilden fire vermeye başladık. 19.yy bu konuda ilginç bir ayırımı gösterir. Doğu kültürüne yakına olanlar, ağır ve ağdalı Osmanlıcayı okuyup yazmayı/bilmeyi meziyet yerine koyarken İslamlaşmayı yanlış anlayan aynı millet, nasıl Arapça sözcük kullandığında daha iyi Müslüman olduğunu zannediyorsa Batılılaşmayı da yanlış anlamış ve birkaç sözcükle Batılı ve modern olduklarını zannetmişlerdir. Aynı dönemde yazılan eserler incelendiğinde yazarın da yatkın olduğu kültürü çıkarabilir ve toplumun ikiye bölünmesi için çabaların o zamandan başladığını görebilirisiniz.
Tehlikenin farkına varan Ömer Seyfettin Selanik’te çıkartılan Genç Kalemler dergisinde Ali Canip Yöndem’e ithafen yazdığı ‘Yeni Lisan’ başlıklı bir edebi mektup yayınlar. “Bunu yalnız başaramam. Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücuda getirelim.” der. Hitabından dolayı bir edebi mektup sayıldığı gibi içeriğindeki konu işlenişi ve yaklaşımıyla da bir makale niteliği taşıyan yazısıyla Ömer Seyfettin ‘Milli Edebiyat’ akımını da başlatmış olur.
O dönemde milli ve özgürlük sözcükleri çok da hoşa gitmediği için Ömer Seyfettin hiç destek görmediği gibi çok zor yıllar yaşamış, otuz altı yaşında şeker hastalığından vefat etmiştir. Onu hiç kimse tanımadığı ve cenazesine sahip çıkmadığı için kadavra işlemi yapılmış, kafası kesildikten sonra, onu tanıyan bir hastabakıcı bu bedenden ayrılmış kafayla hatıra fotoğrafı bile çektirmiştir.
Demem o ki!..
Kendi kültüründen bu kadar uzak duran, kendini yanında istemeyenlere bu kadar sokulmaya çalışan bir kültürde ‘dil milliyetçiliği’nin önemi ve gerekliliği hiçbir zaman yeterine anlaşılamadı ve bu konuya toplum sahip çıkmadı.
Böl – yönet politikasının ilk ayağıdır dil!... Hangi taraftan gelirse gelsin karşı durmalı, kendi dilimizin üstüm özelliklerinin artık farkına varmalıyız.
Konu çok uzamasın diye yazmıyorum, ilgilenenler için konuyu detayıyla açıklayan linkler aşağıdadır.
ATATÜRK’ün Türkçeyle ilgili özlü sözleri:
- “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. “
- “Türk demek, dil demektir. Millet olmanın en belirgin niteliklerinden biri dildir. “Türk milletindenim.” diyen kişi, her şeyden önce kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kişi, Türk kültürüne ve milletine bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz.
- “ Türk Dili’nin özleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için bütün yayın araçlarından yararlanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun, yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise uyumlu, güzel bir duruma getirmeliyiz.
- “Bir ulusun dili, bütün bilim kavramlarını oluşturacak şekilde gelişmemişse, o ulusun bilim ve kültür alanında bir varlık göstermesi beklenemez. “
TÜRKÇEYLE KALIN!..
Saygılarımla…
03.01.2020 Serap IRKÖRÜCÜ
KAYNAKLAR:
www.yenicaggazetesi.com.tr/ali-canip-53881yy.htm
www.edebiyatciyim.com/genc-kalemler-dergisi/
ailevecocuk.net/omer-seyfettin-kimdir/
www.cokbilgi.com/yazi/ataturkun-dil-ile-ilgili-sozleri/