1943 Yılındaki Kepiç Gençler! Biz bunları yaşadık!
1943 Yılındaki Kepiç
Gençler! Biz bunları yaşadık!
Kepiç, yörede ismini kendi özelliğinden alan tek köy. Sözcüğün gerçek anlamı “Kerpiç”. Köyün binalarının yapı maddesinin % 99’u kerpiçtir. Doğu batı istikametine uzanan küçük bir derenin meydana getirdiği tepeciğin güney yamacında yer alır. Köy evleri kuzey rüzgârlarına kapalı, güneşe engelsiz açıktır. Tepeciğin zirvesindeki erozyon sonucu meydana çıkan bir kıvrımla köyü adeta kucaklayan kayalıklar, yalnız köyü soğuktan korumakla kalmaz ona doğal bir güzellik de verir. Kayalıktan köye uzanan dik yamaç bünyesinde kar barındırmaz. Kışın soğuğundan bıkıp usananları; bu yamaçlara baktıklarında baharı, yazı anımsar, onlara yaşam için güç ve cesaret verir.
Çiçekliözü kıyısındaki söğüt ağaçlarının haricinde köyde hiçbir ağaç yoktur. ‘Adem’in çağlası’ denen bir kayısı, “Kör Hacı Kızın iğdesi” haricinde de ağaç yok! Meyve mevsiminde köy çocuklarının kollayıp gözeterek, sinekler gibi saldırdıkları, almaya, çalmaya, azar işitmeye ve hatta sopa bile yemeye razı oldukları meyve ağaçlarıdır bunlar. Adem’in çağlası sözcüğü çok anlamlı. Zira çocuklar ve Kepiçliler bu ağacı olgun meyvesiyle hiç görmediler. Onu henüz çağla iken yiyip bitirirler.
Kara ikliminin hüküm sürdüğü köyde soğuktan korunmak ayrı bir sorun. Tepenin eteklerinde kurulmuş bu köyün evlerinin hemen tamamının kuzey duvarı yerle sıfır düzeyde. Evler böylece toprağın içine gömülürler. O müthiş soğuklardan içinde barındırdığı insanları korur.
Evler çoğu kez iki bölümden oluşur. Birisinde insan ve hayvanların ihtiyacı olan gıda maddeleri, diğerinde ise aile yer alır. Evlerin aydınlanması tepeden (damdan) konmuş bacalarla temine çalışılır. 1943’lü yıllarda geceleri evin aydınlanması, içine konan gazyağı ile yanan “idare”, ya da gaz yağının karaborsaya çıktığı zamanlarda dört tarafı çevrili üzeri açık bir kaba konan, bezir yakan bezir çıralıklarıydı. Her ikisi de lokomotif gibi duman çıkartarak yanar, loş bir ışıkla -sözüm ona- etrafı aydınlatırdı.
Evin ortasında ‘tandır’, köşesinde ocağı -yeni nesil buna şömine diyor- var. Yemekler buralarda pişer, burada yenir, burada yıkanır, aynı zamanda yatma odasıdır burası…
Havaların soğumasıyla tandırın işi çoğalır. Önemi artar. İlle de kış mevsiminde yemekler, ekmekler tandırda yapılır! Haftada en az bir kere yufka yapılır. İşte o gün çocukların hali haraptır. Beşiktekiler çaresiz o dumanlı havada bağıra çağıra, bunala bunala zamanı evin bir köşesinde geçirirler. Diğer çocuklar kapı dışarı. Zira tandırın etrafı ekmek yapacak kadınlar ve malzemeleriyle dopdolu. İmece olmuş komşu kadında ödüncünü vermek için gelmişse; zaten ev onlara bile dar gelecektir.
Köyün hayvanlarının gübresinin atıldığı gübrelikler, evlerinden bu amaçla ya da başka nedenle dışarı atılan çocukların eğlence yeridir.
Çoğunluğunun ayağı yalın olmakla birlikte çarıklısı da var! Ama çarığı delik olmayanlar parmakla gösterilir. Çoğu dikileli altı ayı aşmış, tabanlarından yer yer delinmiştir. İçine konan ‘pına’ denen yama; suyun, çamurun içeri girmesini önleyemez. Çorap çok kez yok. Olanlarda birkaç kez çitilenmiştir. Üzerlerindeki giysiler de çarık ve çoraplarıyla mütenasip olup uyum içindeler!
Çocuklar saatlerce sıfırın altında soğuk, kar ve yağmurlu günlerde, bu gübreliklerde zaman öldürmek zorundalar. Kimse halinden şikâyetçi değildir. Birinin öbürüne imrenecek hali de yok!
Eğer gübre günlükse, hele hele ahır temeğinden (temek: Ahır veya samanlık penceresi) yeni atılmışsa çocukların keyfine diyecek yok. Ne de olsa gübre taze ve sıcak. Ayaklar gömülü verilir. Bu gübrelikler umumiyetle, sanki “Çocuklar bunlardan yararlansın!” dercesine ahırların güney cephesindedir. O nedenle güneş sırtlarını güneyden, gübre de ayaklarını ısıttı mı keyiflerine diyecek kalmaz!
Kışın çocukların soğuktan korunmalarını sağlayan gübre küllüklerinin yaz devresindeki görevleri daha da önemlidir.
Yağmurların azaldığı Haziran ayı sonlarında bu gübreler özel yöntemlerle kadınlar tarafından imece yoluyla ‘kasnaklara’ doldurulup çiğnenerek tenha yerlere dökülür. Kuruyan bu maddeye ‘bok tezeği’ denir. Toplanıp kış için saklanır. Odalarda, seyrek görülen sobalarda, tandırda ve ocakta zevkle yakılır. Ailenin ısınmasını sağlar. Tandırın gözüne konan tezek onun kolayca yanmasını, saman saçma ile uyumunu sağlar. Ayrıca tezek samana nazaran kok kömürü sayılır! Tandırın çabucak soğumasını önler. Böylece tandır ısıtma görevini daha iyi yapar. Özellikle kış mevsiminde ekmek, yemek pişirmenin sonunda başka ve en önemli görevi başlar. Önce çok sıcak olan tandırın ağzı sal bir kapakla kapatılır, sonra dört ayaklı iskemle konur. Onun üzerine tatlık denen büyük bir minder, onun da üzerine genişçe kıldan örülmüş kilim atılır. Şimdi aile üyelerinin -fertlerinin- ısınmasına hazırdır. Bu anı heyecanla bekleyen büyük küçük herkes bu fırsatı kaçırmaz. Tandırın çevresine konan anası danası belirsiz kirli minderlere çökülüp, kıl kilimi üzerlerine çektiler mi zemheri soğuğu bile vız gelir onlara. Çok üşümüş vücuda çok ısı gelince insanı derin bir uyku sarar. Uykusu gelen sessizce olduğu yere yatar. Onca gürültüye rağmen derin bir uykuya dalar. Bu uykunun tadını insanlar kaloriferli yerde bile bulamazlar. O günleri yâd ederken ‘Nerde o tandırın verdiği tatlı uykular’ demekten kendisini alamaz.
Gübrelikte arta kalan işe yaramayan gübre özel olarak yapılan ‘yayma’ denen, hasırdan yapılan araçla ve çok kez eşeklerin sırtında sebze veya tahıl ekilecek tarlalara taşınır. Taşınır taşınmasına da bu iş öyle kolay olmaz. Bu iş ekseriyetle 9-15 yaş arası çocuklar tarafından Çiçekliözün civarındaki 3 km uzaklıktaki tarlalara gider. Tökezleyen eşeğin gübreyi yola dökmesiyle küçük çocukların burunlarını çeke çeke, tarlaya varmadan, ağlayarak dönmesi hemen hemen herkesin başına gelmiştir.
Yanan tandırın külünün atıldığı küllükle gübreliği biri birine karıştırmamak gerekir. Onca yanan saman, saçma ve tezeğin tandır ve ocaktaki külleri bir köşeye atılır. Burası her ailenin tuvalet ihtiyacı için en uygun yerdir. % 80’ninin tuvaleti yoktur. Ya da bu küllükler üzerine kurulmuştur. Bu yüzden küllükler açıkta bir mikrop yuvasıdır. Pis kokusu da cabası…
Köyün daracık sokaklarında yürürken bu küllüklerden geçmek, çığnamak zorundasınız. Özellikle yağmurlu mevsimlerde pislik tüm sokağı kapsar. Yalın ayaklı çocuklar bu pisliklere basa basa geçmekte bir sakınca görmez. Değil çocuklar, yetişkinler de istemeyerek ayaklarını bulaştırmak zorunda kalırlar. İşin acı yanı; bu ayakla döner dolaşır, yıkanmaya gerek duyulmadan onunla yatağa girilir. Ayak yıkayacak su nerde? Sabun nerde?!
Kadir ACI-Araştırmacı
Kaynak:
A. İhsan Özkuzugüdenli
Kapanmayan Yara romanından alınmıştır.
14.11.2015
Kayseri
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.