13
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
3524
Okunma

Her sanat eserinde olduğu gibi edebiyattaki eserler ama özellikle şiir, kişisel çıkarımdır. Çünkü şiir “en öz” anlatımdır. O nedenle birçok eserin özeti çıkarılır ama “ŞİİR AÇIKLANIR”. Ama bu açıklamalar da her okuyanın çıkarımı ile ilgilidir ve herkes çıkarımında özgürdür…
Biz özgürlükleri bazen yanlış anlıyoruz galiba… Sınırsız… ’hepsi bizim’… ’sadece bizim’ zannediveriyoruz… Öyle olunca elimize kalemi alıyoruz, kollarımızı sıvıyoruz, özgürlüğümüzü kullanmaya başlıyoruz… Oysa özgürlüğün sanal da olsa bir sınırı vardır. Birinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerinin özgürlüğünün bitmesi gibi… Tabii bunu, insana ve insan haklarına saygı belirler…
Goethe, "Faust’ta ne demek istiyorsunuz?" diye soran bir okuruna, "Ben de bilmiyorum!" demiş… Faust’ta ne demek istediğini bilmediğinden değil, hiçbir sanat yapıtının bütünüyle açıklanamayacağını bildiğinden... Evet, evet gerçekten de hiç önemi yok, birçok kimsenin Hamlet’i öve öve bitirememesinin ya da Eliot’ın onu yerin dibine batırmasının… Hiç ama hiç önemi yok, ’Nihavent Saz Semaisi’ni dinler ya da ’Guernica’ya bakarken sizin ne duyup anladığınızla, Mesut Cemil ya da Picasso’nun ne anlatmak istediğinin de pek önemi yok.… Çünkü "sanatçının söylemek istediği" ile "bizim anladığımız" başka başka şeyler çoğu zaman. ( ALINTI )
Nasıl ki sanatçı eserini yazarken dipnotlarla bize ne demek istediğini anlatarak güdüleme yapmıyorsa, bizim de
( muhtemelen hangi duygu yoğunluğuyla ve neden yazıldığını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir eseri veya çalışmayı ) yorumlarken bu ince çizgide durmamız, (varsa) teknik eleştirilerimizi yaptıktan sonra o mahrem sınırda durmayı bilmemiz gerekir… Bu, bir gün bizim için de gerekecektir, bunu da hiç akıldan çıkarmamalıdır.
Şiir yorumu ile ilgili iki anektod :
Yaşadığı dönemde ünlenmiş ve “Şair-i Âzam” olarak anılan Abdülhak Hamit Tarhan, fırtınalı aşk yaşadığı Lusyen’le ayrı olduğu bir dönemde kız kardeşine gider bir akşam… Çok güzel karşılanır. Kız kardeşi : “ Abi, gelmekle ne kadar iyi ettin. Bugün bizim oğlanın sınıfında edebiyat öğretmeni senin şiirini okumuş ve ‘şair bu şiiri yazarken ne düşünmüştür, yazın’ diye ödev vermiş. Gelmen çok iyi oldu.” der. Yemekten sonra dayı yeğen ödevi yaparlar. Şair-i Âzam söyler, yeğen yazar, huzur içinde uyurlar. Bir hafta sonra tekrar gittiğinde kız kardeşi onu buruk bir ifadeyle karşılar ve “keşke içinden geçmeyenleri söylemeyeceksen o ödevi yaptırmasaydın abi," der. "Sınıfta herkes iyi not almış, öğretmen bizim oğlanın kağıdını sallayarak : ’Sen hangi cüretle bu şiiri yazarken şairin böyle düşündüğünü yazabilirsin?’ demiş ve sıfır vermiş!" der. Şair şaşkın, kalakalır.
Rahmetli Barış Manço’yu canlı yayında kendim izlemiştim. “Gülpembe” eserini söyledikten sonra sunucu kendisini tebrik etti ve bu eseri kim için yaptığını sordu. Barış Manço: “ Bunu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Ben hızlı bir bekarlık yaşadım, çok bayan arkadaşım oldu. Bu eserden sonra beni arayıp soranların hepsine onları kırmamak için ‘evet, senin için yaptım’ dedim. Hepsinden özür diliyorum… Ben bu eseri babaanneme yaptım!.... Hayatımda onun kadar pembe beyaz cildi olan başka bir kadın görmedim ben!” dedi.
GÜLPEMBE
Sen gülünce güller açar gülpembe
Bülbüller seni söyler
Biz dinlerdik gülpembe
Sen gelince bahar gelir gülpembe
Dereler seni çağlar
Sevinirdik Gülpembe
UYAKLAR
Uyaklar ise şiir yorumu kadar girift bir konu. Geçmişi bilinemeyecek kadar eski olan Türk edebiyatında şiir demek ‘ahenk’ demektir.
Bazı ‘taraflı’ kaynaklarda yazıldığı gibi Türk şiiri, ölçüyü ve ahengi Farslardan ve Araplardan öğrenmedi. İslamiyet öncesinde verilmiş koşuk – sagu ve destanlarımızda da bu iki özelliğe bolca rastlanır.
İslamiyet Öncesindeki sözlü döneme ait bu eserlerde uyaklar ve redifler ‘kulak’ uyağı olarak yapılmış, yakın sesler ‘g – k’, ‘d – t’ , ‘c – ç – s – ş – z’ , ‘m – n’ uyak olarak da kullanılmıştır. Hatta dörtlüklerle yazıldığı halde, uyaksız ve redifsiz örnekler de verilmiştir.
İşte bir koşuk örneği:
Keldi esin esneyü a……..esneyu “nayu” redif; "s" yarım uyaktır.
Kadka tükel osnayu a……..osnayu
Kirdi bodun kasnayu a……..kasnayu
Kara bulıt kükreşür. b……..kükreşür
Link: www.edebiyatfatihi.net/2017/09/kosuk-incelemesi-ahenk-unsurlarolcu.html
Bu örnekte günümüzde de uygulanan uyak ve redif uygulaması vardır.
Başka bir koşuk örneği:
Tuyunmak-ık tanuglagu öd-kedegi
Tadta yigi üç erdinig umug tudup
Tudçı isdim bogılıg yig yorug öze
Tolp yirdinçüg tuyunmakta ornadayın
( Reşit Rahmeti ARAT, Eski Türk Şiiri, Ank., 1986, s: 156 – 160)
Link: edebiyatvesanatakademisi.com/islamiyet-oncesi-donem/destan-sav-sagu-kosuk-ornekleri/169
Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi dörtlük nazım birimiyle uyaksız ve redifsiz örnekler de verilmiştir.
Yazıya geçildikten sonra İslamiyet’i öğrenmek adına etkisinde kalınan ve bizden önce yazıya geçen dillerin etkisiyle ses bilgisinin artması sonucunda uyak ve rediflerde çeşitlilik kendini göstermiştir.
Türk Edebiyatının geçmişinden beri getirdiği ve en çok kullandığı eser sayısına göre uyak çeşitleri içinde yarım uyak başı çeker, tam uyak da ikinci çoklukta kullanılırdı.
Yukarıda söz edilen etkenlerden sonra ve en çok Divan Edebiyatında ve Tasavvuf Edebiyatında olmak üzere zengin uyak da kullanılmaya başlanmıştır. Bu uyağın Halk Edebiyatının Âşık Tarzında çok örneğinin olmamasının nedeni ozanlarımızın çok büyük kısmının ‘ümmî’ (okur yazar olmaması) olmasına bağlanabilir.
YARIM UYAK:
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni ( Pir Sultan Abdal )
TAM UYAK:
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim. ( Ruhsati )
ZENGİN UYAK:
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi (Yunus Emre)
Türk Edebiyatında, kültür etkileşimiyle şiirimize giren ve yapısı gereğince redifsiz uygulanan iki uyak çeşidi vardır.
TUNÇ UYAK:
Fikrim bir hulyaya bazı dalar da
Düşünür, derim ki: "Bu odalarda
Kim bilir kaç kişi oturmuş yatmış."
CİNASLI UYAK:
Kendin çöz kendin tara
Değmesin el başına
Ben yarime kavuştum
Darısı el başına
Link: www.turkedebiyati.org/Dersnotlari/kafiye_cesitleri.html
Aşağıdaki örnek, yukarıda açıklanan benzer seslerle yapılan uyaklara örnektir.
“Bazen birbirine yakın sesler de revi (taban sesi) olarak kabul edilebilir:
Kader böyle bizim ile dolaŞtı
Aylarım sayıldı günlerim geÇti
Nice yaşım doldu yılım yaklaŞtı
Aldı gözlerimi zindana geldim
Ne söylesen burada ederim sabıR
Mevla’nın verdiği bu dertler makbuL
Sen bir işçi olsan biz de bir müdüR
Çıkarırım seni işten atarım ( Âşık Püryanî )
Dörtlükte ş-ç; r-l sesleri revi sesi olarak tasarlanmış, ancak aynı sesler değildir. Kafiye şartlarından en temel şart olan taban ses kusurlu olduğundan öncesi ve sonrasında benzer sesler dahi olsa bu tip kurgulanan kafiyelerin tam’ından zengin’inden söz etmemek gerekir. Sözlü kültür ortamlarında, ezgiyle söylenen bu sözlerdeki bu tür kusurların fark edilmesi mümkün değildir. Ancak yazılı metinler haline geldikten sonra bu kusurlar net bir şekilde görülebilir.”
Link: www.turkedebiyati.org/halk-siirinde-kafiye-uyak-anlayisi/
Cumhuriyet edebiyatı döneminin önemli bir ozanından redifsiz uyak örneği:
Ben bu gidişilen nereye varam ( “-ram” sesleri zengin uyaktır.)
Derman bulabilmem, yaramı saram
Ne bir çölüm vardır, ne de bir sahram
Yine yüce dağdan yol ister benden ( Murat Çobanoğlu )
Bu da aynı ozandan uyaksız redif örneği:
Sende yetişmiştir nice paşalar
Öğretmensiz açılır mı kapılar
Temelinden sağlam olan yapılar
Çobanoğlu der ki güldür öğretmen ( Murat Çobanoğlu )
Link: www.egitimhane.com/ozanlarimiz-ve-siirleri-k131600-0.html
Bu kadar detayı vermemin nedeni şiirlere yapılan yorumlardaki ses ahengi değerlendirmelerinin neredeyse şiirin özünün önüne geçtiğini ve bunun hoş olmayan yorumlarla yapıldığını görmemdir.
Şiiri ve tekniğini eleştirmek istediğimizde ( olumlu ya da olumsuz ) sözcüklerin şirazesine özen göstermek, en azından edebiyat ( edep kökünden gelir ) adına yakışandır.
Birçoğunuzun daha da detaylı bir şekilde bildiğini düşündüğüm bu konuyu bir kez de genelde paylaşmak istedim.
Sevgilerimle, saygılarımla.
07. 07. 2019 Serap IRKÖRÜCÜ