Ne kadar zordur düşündüklerinde adaletin yerini saptamak, hakkaniyetin adını koymak.
Kendi değerlerimiz ve kıstaslarımızla düşünürken bunların dışına ve üstüne çıkıp kendi eksimizi ve yanlışımızı saptamak ve bunu ortaya koymak ne kadar zordur.
Herkes bizim üstün özelliklerimizden söz ederken onların görmediği ve bilmediği ‘eksik’ taraflarımız olduğunu hep aklımızda tutmak ve kendi yerimizi belirlemek için kendimize vereceğimiz değeri hassas ölçümde tutmak ne kadar zordur.
Ne kadar zordur aslında bilmediklerimizin bildiklerimizden çok daha fazla olduğunu bilip de bunu açık yüreklilikle söyleyebilmek.
Bütün zorluklar iyilik adına yaşanmaz ne yazık ki!... Kendini bitirmek de ‘zordur’!
Bize safâne inanan, kanan, güvenen insanların gözlerinin içine baka baka yalan söylerken bunları sanki “Süleyman’ın kılıcı”nın kestiği doğru gibi göstermeye çalışarak o ‘içimizdeki onurdan’ her seferinde vermek ne kadar zordur.
Kendi yanlışlarımızı sırf biz öyle düşünüyoruz diye mutlak doğru gibi dayatmak adına, karşımızdakilerin doğruluğunda son derece emin olduğumuz sözlerini ve kararlarını çarpıtırken yılların intibalarını bir çırpıda yıkıp kendini gözden düşürmek, yüreklerde bitirmek kadar zordur.
………………………………….
“Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.” diyen Michael de Montaigne de bunu görmüş ki “TAM İNSAN” yoktur demek istemiş.
Aslında ne kadar zordur “ İNSAN GİBİ İNSAN OLMAK!”
Serap IRKÖRÜCÜ
Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Olmak imkansız.. değişim belki zaman içinde mümkün. EGO’yu yenmek hele günümüzde dışsallığın çok değer gördüğü dönemde... Yalanlar doğrularımız gibi... Artık kendimizi bile kandırmayı başarıyoruz herhalde...
Buna rağmen olabildiğince yanlışlarımızı törpüleyip, geride kalmış olumluluklarımızı ortaya çıkarmamız da çabalamakla olabilir sadece.
Yani önemli olan 'zor'u başarmak!... :)))
En büyük başarılarımızdan biri her zaman 'kendimizi kandırmamız'dır. Hep bir mazeret arayışımız vardır. " başarılı olanın her zaman bir nedeni, başarısız olanın da her zaman bir mazereti vardır." sözünü bildiğimiz halde... :)))
Yorumunuz da öyle!... Hem ilginç hem düşündürücü... Çok teşekkür ederim.
İNSAN İÇİN KOLAY OLMASA DA HER ŞEY İNSANIN KENDİ ELİNDE ASLINDA ÖRNEĞİN TÜM EKSİKLERİMİ BİLİYORUM DİYEBİLMEKTİR İNSAN OLMAKTA İLK ADIM ÖN YARGILARIMDAN ARINMAYA ÇALIŞIYOR MUYUM SORUSUNU SORABİLMEK MESELA İNSAN ODAKLI DÜŞÜNMEYE KENDİMİ ŞARTLANDIRMALIYIM DEMEK GİBİ DOĞRULARIN TEK BİR DOĞRU OLDUĞUNU, LAKİN HER İNSANIN KENDİ OLGU VE DÜŞÜNCESİNE GÖRE BİR DOĞRU UYDURDUĞUNU DA GÖREBİLMEK.
YANİ İŞİN ÖZÜ İNSAN OLMAKTAN GEÇİYOR BU DA ANCAK İYİ BİR EĞİTİMLE OLUR ÇÜNKÜ HER YENİ DOĞAN CANLI MASUMDUR
Tam tersine zorluk da burada başlar zaten. Kendini tamamlama konusunda her şey kendi elinde olunca arkasına sığınacağı mazereti kalmaz. En büyük zorluk da doğruları tartarken kefelerin birine dokunup dokunmadığı?!?!
İçtenlikle katıldğım bir cümle. Her çocuk tertemiz doğar, onu büyükler kirletir!...
Değerlendirmeleriniz için çok teşekkrür ederim Müslüm Bey... Saygılarımla.
Kısacık sayılabilecek ama bence "derin" olan bu yazı,zaman tünelinde yolculuğa çıkardı beni. Önce aklıma,Anadolu'daki "bildiklerimin sahibiyim,bilmediklerimin talibiyim" sözünü getirdi,sonra Atina sokaklarında feneriyle gündüz de olsa gezerken "adam arıyorum adam "diyen Diyojen'i... Nihayet şu anımı da:Elli yıldan fazla geride kalan zamanda Edirne'de öğrenci iken,edebiyatçımız şair Fatma Cavidan Hanımı anlatmıştı.(Tümerkan soyadı)Halen o dersteki şu satırlar aklımdadır ve yaşamımda önemli köşe taşlarım olmuştur: -Dilersen çevrene bak;güç değil ün almak,ünvan almak;en zor geleni insana,insan olmak.... İnsan kalabilmek de gerekiyormuş tabi ki.İyi gün dileğimle.
Konu, insalık tarihi kadar eski. Günümüzde hâlâ 'elimizde fener' varsa bu da gösteriyor ki eğitimin verdiği donanımla kişisel gelişim bambaşka şeyler.
Nicelikle niteliğin eş olmadığını vurgulamanıza sevindim. Sözcüklerdeki lüzumsuz kalabalıklar da yorar insanı, asılda uzaklaştırır. Ya da bazen 'asıl konu' olmadığını saklamaya yarar. Kim nasıl bakıyorsa öyle yazar diyelim...
'insan olmak - insan kalmak'... Bu sürekliliği yerine getirebilmek hasbelkader bir seferlik atıştan çok daha zordur tabii...
Öğretmeniniz çok önemli bir konuya değinmiş, şahsını saygıyla anıyorum.
Değerlendirmeleriniz ve yorumunuz için çok teşekkür ederim Sabri Bey.
Kendini sorgulamak pek itibar görmüyor yeryüzünde. Bilemiyorum, en azından bu ülkede...
Hangimizin sadakatle bağlı olduğu değerler yok ki! Ve genellikle körü körüne... Dinler, mezhepler, ideolojiler, felsefi ve siyasi görüşler, yaşam tarzları... Bunlardan herhangi birine kendimizi ait hissetsek bile bunu bir kenara bırakıp, bakış açımızı genişletmek adına, benimsemediğimiz görüşlere mensup olanların psikolojisini anlamak için çaba sarf edemez miyiz? Hadi bunu yapamadık diyelim, aidiyet duyduklarımızı neden kolaylıkla benimser, geri kalanları bir çırpıda reddederiz? Dünyanın en kötü ve en berbat düşünme biçiminde bile bize fayda sağlayacak bir kırıntı yok mudur mesela?
Velhasıl gördüğümüz manzarayı baktığımız pencere belirliyor. Başkalarının kendi pencerelerinden görüp anlattıkları anlamsız geliyor bize. Hatta zaman zaman bu anlamsızlık kademe kademe yükselerek yerini ters taraftan bir kışkırtıcı bir anlama bırakabiliyor. Alınganlığımızı tetikliyor, öfke doğuruyor içimizde, kin ve nefret filizlendiriyor. Sonrası hakaretler, aşağılamalar, ötekileştirmeler... Daha ötesi şiddet.
Neden kendi doğrumuzu yüceltebilmek için başkalarının doğrularının üzerine basıp çiğneme ve yükselme arzusu hissederiz? Kendi doğrusunu tüm insanlığa benimsetebilen biri var mıdır yeryüzünde?
Seviyoruz ayrışmayı. Kendimiz olmayı beceremediğimizden mi bu bilemiyorum. Aidiyet güdüsü kırbaçlıyor bizi ve kırbacın acısından duyduğumuz hazla bizim gibi düşünmeyene saldırma arzusu ile yanmaya başlıyoruz. Beynin lokal bir düşünce biçimine takılıp kalması neticesinde açığa çıkan bütünü görememe hali.
Derinliklerdeki birleştirici bilginin fark edilememesine bağlıyorum ben bunu. Bütünleştirici ve lokalliği etkisizleştirici öğeler derinliklerde. Hem de içimizin derinliklerinde. Ağacın dalları birbirinden ayrılmıştır ama yaşayabilmeleri için gövdeye ihtiyaçları vardır. Gövdenin altında kök, kökün altında toprak, toprağın altında su ve besin... Yapraklar kendilerini besleyenin dallar olduğunu sandıkları müddetçe yanılgıdalar. Dallar gövdeye tutunmadıkları müddetçe nasıl meyve verebilirler ki?
Evet, görebildiklerimizin, düşünebildiklerimizin ve hissedebildiklerimizin ötesi var. Hatta ötenin de ötesi, onun da ötesi...
Dedim ya, kendini sorgulamak pek önemsenmiyor. Bu nedenden olsa gerek, içinde iyiyi de, kötüyü de barındıran insan kolay göremiyor penceresinin darlığını. Neyi besleyip büyüttüğünden habersiz yaşıyor. Normalleştiriyor kötüyü ve iyi diye sunuyor içinde bulunduğu toplumun da desteği ile. Yüzeysel, kendini en doğru zannettiren ve sürekli mensupları aracılığı ile kendi kendini tetikleyip bir kısır döngü oluşturan bakış açısı, kendisine karşıt olanı yok etmeye çalışıyor. Mensupları eli ile yapıyor bunu. İlerisi kargaşa, çatışma, kamplaşma, ötekileştirme vs.
Meselenin bir diğer boyutu ise ne söylediğimizden ziyade nasıl söylediğimiz. Üslûp sıkıntısı çekiyoruz bana kalırsa. Sorun anlattıklarımızda değil anlatma şeklimizde gibi biraz da.
Uzun mesele.
Yazdıklarınız bunları düşündürdü bana. Faydalandım yazınızdan. Tebrik ederim. Saygılarımla.
Kendini aşmak, sadece düşünceyle olabilir ve bunu kişi kendi öğrenebilir, geliştirebilir. Bizim toplumca en az yaptığımız şeylerden biri de kendi farkındalığımızı yakalamak ve bunu geliştirebilmek.
'Az gelişmişliğimiz' sadece bilim ve teknik düzeyinde değil, asıl sorun başka etkenlerden sıyrılıp konumuza yönelecek kadar kendimizi donanımlı hale getirememiş olmamız, varsa bile egomuzu yenip bunu dile getiremememizdir.
Paylaşımda başlıklar halinde yer alan konu girişlerine yaptığınız açıklamalar ve değerlendirmelerle çok geniş bir açı getirmişsiniz. Öz eleştirinin tam tanımını yapmışsınız.
İlginize, bizimle bilginizi ve değerlendirmelerinizi paylaşmanıza ben çok teşekkür ederim.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.