10
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1368
Okunma

Balkan Savaşı yıllarıydı, ardından Birinci Dünya Savaşı patladı. Sıdıka, kocası askere ikinci kez alındığında üçüncü oğluna gebe olduğunu bile bilmiyordu. Trakya’da bir Türk köyünde yaşıyorlardı.
Küçük oğlu birkaç aylıkken Bulgaristana’la yapılan bir anlaşma gereğince köycek göçe hazırlanmaya başladılar. Sıdıka, ısrarla kalacağını, kocasının dönüşünü bekleyeceğini söylüyor, gitmek istemiyordu. Büyükler son sözü söyledi: “Sen de geleceksin, kocası, oğlu asker bir sen misin?. Onların hepsi geliyor. Askerdekiler de dönünce bizim yanımıza gelecekler.”
Çok sürmeden taşıyabilecekleri kıymetli eşyalarını alıp dayalı döşeli evlerini bıraktılar, hayvanlarını da meraya salıp yola çıktılar. Uzun süren bir yolculuktan sonra yeşillikler içinde, yanında bir dere akan ova içinde bir yere iskan edindirildiler. Çalışkan insanlardı. Kısa sürede düzenlerini kurup, çiftçilik yapmaya başladılar.
Sıdıka, evinde büyük erkek olmadığı için bütün işlerinde zorlanıyordu. Çok akıllı ve mücadeleci biriydi. Yetkililere çıkıp durumunu açıkça anlattı ve iş istedi.
- “Burada yok ama gidersen İstanbul’da sana iş var” dediler.
Sıdıka bebeğini sarıp sarmaladı, iki oğlunu daha yanına alıp bilinmeze gitti. İstanbul’daki yetkililer onu ‘süt anne’ olarak Darüşşafaka’ya yerleştirdiler. Oğullarının da okullarına aldılar. Birkaç yıl sonra sütü bitince mutfağa girdi önce yardımcı olarak. Sonra aşçılığa ve başaşçılığa yükseldi.
Düzenlerini kurmuşlardı. Oğullarının hepsini orada okuttu. Büyük oğulları subay oldular, küçüğü de aşçı. Hepsi tayinin olup iş tutunca mücadele gücü kalmadı. Artık kendini çok yorgun ve yalnız hissediyordu. Köyüne dönmeye karar verdi.
Yakınlarının yanına döndü önce ama yıllarca kendini idare etmiş Sıdıka, sığıntı gibi yaşamak istemiyordu. Köy yerinde ona da bir pay verdiler, elbirliğiyle şirin küçücük bir ev yaptılar ona. Bir süre sonra da böyle yalnız yaşayamayacağını, evinde bir erkek olması gerektiği sık sık söylemeye başladılar.
Osman Dede’yi aklına soktular. Yaşlı adamın karısı ölmüş, oğulları da evlenmişti. Sıdıka çocuklarına danıştı. Bir süre sonra köy odasında kıyılan nikahla Osman Dede’nin büyük bahçeli, gösterişli evine taşındılar. Artık canlar yalnız değillerdi.
Sonra beklenmeyen bir şey oldu, Sıdıka gebe olduğunu bile çok sonra anladığı bir kız doğurdu kırk yaşından sonra. İkisinin de ilk kez kızı oluyordu. Zeliha, çok kıymetliydi o yüzden.
Şehirde uzun yıllar yaşamış becerikli Sıdıka kızını şehirdeymiş gibi giydirdi, büyüttü. O yıllarda bile çoraplı ve ayakkabılı çıkardı kız oynamaya. Saçları tertemiz, sımsıkı iki sarı örgü yanaklarında aşağıya sarkarken gösterişli iki kurdeleyle bağlanırdı. Arkadaşlarının arasında misafir çocuğu gibiydi.
Gelişlerinin üzerinde yaklaşık yirmi beş yıl geçmiş, Zeliha da beş yaşına gelmişti. Kapının önünde arkadaşlarıyla oynarken aralığın başından dik durmaya çalışan yaşlıca bir adam belirdi, yanlarına gelip Sıdıka’yı sordu. Zeliha:
- “Sıdıka benim annem, bu ev de bizim.” dedi çift kanatlı koca kapıları göstererek. Yaşlı adam kızın elinden tuttu, kapının ağır kolunu kaldırdı, kız koşarak bahçeye girdi.
- “Anneeee!. Bak bu amca seni arıyor!”
Baharın etkisiyle düz taşların arasından fışkıran küçük mineler ve duvar gibinde sıralanmış çiçek saksılarıyla çok düzenli ve temiz bir görüntüsü varsı bahçenin. Eve yakın bir tarafta galvaniz leğende Sıdıka çamaşır yıkıyor, Osman Dede de küçük bir hasır oturakta onunla sohbet ediyordu.
Kız seslendiğinde kapıya arkası dönük Sıdıka leğeni kucaklamış kaldırmak üzereydi. Sese dönünce önce dondu kaldı, sonra sırt üstü düşüp bayıldı. Leğen de içindekilerle onun üzerine kapaklandı.
İki erkek hemen müdahale edip onu ayıttılar, sayvandaki sedire oturttular. Sıdıka başını kaldıramıyordu.
……………………………………………
Eşi yaklaşık on sekiz yıl esir kalmış, bu arada ağır yaralı olduğu için de uzun yıllar bu sorunlarla uğraşmıştı. Serbest kaldığında köyüne dönünce hiçbir tanıdığın kalmadığını, köye başkalarının konuşlandığını görmüş ve aramalara başlamıştı.
O yılların evrak tutma zafiyeti nedeniyle sağlıklı tutulamayan adreslerin hepsine gitmiş ama oralara başka yerlerden gelen olduğunu görüp sil baştan aramalarına başlamıştı.
Sonunda karşılaştığı bir köylüsünden doğru adresi almış ve ilk önce muhtarlığa gittiğinde Sıdıka’yla ilgili her şeyi öğrenmişti. Üç oğlunun annesiyle son kez görüşmek ve onunla helalleşmek istemişti. O yaşanacaklara hazırlıklıydı, asıl şok evdekilere olmuştu.
Kısaca başlarından geçenleri anlattılar birbirlerine. Osman Dede o yaşlı haliyle biri yol diğeri yürek yorgunu iki kişiye kendince ikramlar yapmaya çalışıyordu.
Küçük kız bu geçmişi ilk kez öğrenmenin şaşkınlığıyla dinliyordu. Abileri eve sık sık geliyordu, bir gece de olsa onlara misafir oluyorlardı, o günler huzur içinde geçiyordu. Abileri onun babasına ‘Osman Dede’ diyorlardı ama bunu sorgulamak hiç aklına gelmemişti. Demek neden buydu! Çok şaşkındı.
Bir süre sonra misafir gelen yaşlı adam gitmek için yağa kalktılar. Sıdıka ve kocası ayağa kalkıp onu fikrinden vazgeçirmeye, burada bir süre de misafir olmaya ikna etmeye çalıştılar. Bunda çok da samimiydiler. Yaşlı adam:
- “Yok, yakışık almaz. Ben hemen yola çıkmalıyım. Durumu ben sabahtan köy odasında öğrendim. Ama çocuklarımın annesinin durumunu gözlerimle görüp emin olmak istedim.”
Sıdıka sadece sessizce ağlıyordu. Başı önünde, karnının üstünde birleştirip birbirini ovduğu ellerine bakıyordu dalgın dalgın. Yaşlı adam önce Osman Dede’ye döndü, dostça ve uzun uzun elini sıktı.
- “Benim mahremime sahip çıkıp, evlatlarıma da evini açmışsın. Hakkını helal et ve onlara iyi bak. Artık sana emanetler.” dedi.
Osman Dede, çok etkilenmişti ve misafirinin önünde saygıyla eğiliyordu.
- “Ben de size her şey için teşekkür ederim, yolunuz açık olsun.” dedi.
Arkasını dönerken göz ucuyla baktığı Sıdıka’sı hâlâ ağlıyordu. Kısık bir sesle, ‘Sen de hakkını helal et Sıdıka, benden yana hepsi helal olsun.’ dedi.
Yanından geçerken küçük kızın başını sevgi ve:
- “Kaderin güzel olsun Sıdıka’nın Zeliha’sı.” dedi. Zeliha saygıyla yaşlı adamın elini öptü. Ne de olsa onun abilerinin babası olduğunu öğrenmişti. O artık yabancı biri değildi!
Yaşlı adam kapıdan çıkarken eli yanaklarında geziniyordu.
Bir daha ondan hiç haber alınamadı.
Tüm göz yaşlarını o gün akıtmış gibi Sıdıka’nın ağladığını da bir daha hiç kimse görmedi.
..................................................
Zeliha, 93 yaşında vefat etti. Son zamanlarına kadar o günü tüm detayıyla hatırlar ve o yaşlı adama karşı içinde farklı bir duygu, bir yakınlık kaldığını söylerdi.
- “Ona o kadar dikkatli bakmışım ki şimdi görsem tanırım.” derdi.
O yıllarda bu iki yaşlı adamın hayatın getirilerine karşı davranış olgunluğu bugün bile eşi kolay görülemeyecek düzeyde.
Acıların insanları olgunlaştırdığının en çarpıcı örneklerinden biri.
28.01.2019 Serap IRKÖRÜCÜ