- 564 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-14
Sıra ve saygıya dayanan terbiye kuralları içinde yetiştirmeye çalışırdı büyüklerimiz. Bu terbiye sisteminin ucu her ne kadarda dine bağlanarak, yani onunla tehdit edilerek sürdürülse de, çocuk yaşımda bile beni ikna etmeyen çok yüzü ve yönü vardı. Büyüklere saygı, bütün toplumlarda az, çok vardır, ama, biz de bu, büyük sözü dinleme şeklinde yansıtılır. Burada çok ince bir nüans var. Söz dediğimiz şey, yalnızca dur ve sustan ibaret bir şey değildir. Hayatınızın tümünü kuşatacak söz dizileri vardır arkasında. Yalnızca ve yalnız bunları dinleyip boyun eğmeniz istenir. Sıra, saygı kuralının yanına bu söz dizilerini de eklediğinizde zaten bir tür kuşatılmış oluyorsunuz ve kıpırdayacak bir yanınız ve yönünüz kalmıyor. Burada sıkıntı şu; terakki- ilerleme nasıl gerçekleşecek ve nerede hayat bulacak? Böyle bir terbiye sisteminde oğulun babayı, torunun dedeyi geçmesi mümkün mü? Yaşadık ve gördük ki, çok mümkün değil. Duvara çivi çakarken bile izin almak zorunda bırakılan bir neslin-kuşağın babayı ve dedeyi geçmesi mümkün değildir. Merakları, kişiliği, kimliği, her şeyi bu dairenin içine bir tür hapsedilmiştir. Yeni tabirle sütatükonun korunması tam da bununla ilgilidir. Baba dededen, oğul babadan, kız anneden aldıklarını olduğu gibi aşağıya yansıtması ve aşağıda yaşatmasını sağlayan bir durum. Bu başarıldığında, bir anlamda her şey başarılmış ve terbiyeli bir çocuk ve kuşak ortaya çıkmıştır anlamına gelmektedir. Böyle bir düzlemde başarılı nesillerin yetişmesi ve yetiştirilmesi mümkün değildir. Oğulun babayı, torunun dedeyi geçmesine imkan vermeyen bir yapıdan başarı beklenemez ve bunun adına da terbiye sistemi denemez. Sıra saygı elbet de her toplumda önemlidir, uyulmaması toplumsal kargaşa yaratır, yani anarşiye neden olur. Her toplumda yine bilenlerin bilmeyenlere, büyüklerin küçüklere; bilgilerinden ve tecrübelerinden dolayı nasihatte bulunmalarından da doğal bir şey yoktur. Burada biri birine karıştırılan iki kavram var; nasihat ve hükmetme. Benim çocukluğumu yaşadığım iklimde nasihatler birer hüküm olarak yansırdı çocuk dünyamıza. Hükmetmenin olduğu her yerde de mutlak bir korku vardır. Hele bu korkunun arkasına bir de çocuk yaştan beri inandırıldığınız din üzerinden Allah ile de korkutmayı eklerseniz, çocuğun bunun altında ezilmemesi mümkün değildir. Hasılı bu terbiye sisteminin özü; din var evet, gelenekler var, görenekler var, içerisinde belki bin yıllık alışkanlıklar var, ancak hepsini idare eden bir mekanizma var ki asıl sakatlık burada; hükmetme ve korku. Hükmetme ve korkunun kuşattığı bir iklimde çocuğun kendisini gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu yapıdan inisiyatif kullanacak, hayata ve her şeye güven ve saygı duyacak, babasını ve dedesini geçerek bir sıçrama, ilerleme sağlayacak birey ve toplum yahut topluluk elde edilmesi mümkün değildir. Oysa hükmetme yerine saygı ve disiplin, korku yerine sevginin ikame edilmesi, susturulmak yerine, daha çok konuşturulacak iklimin yaratılması her şeyi daha bambaşka yapardı ve yapar. İşin acı yanı, bugün bile bu memlekette elli yaşına gelmiş ancak halen reşit olamamış insanlar vardır bu sistemden dolayı.
Tabi bu sistem, sadece nesilleri iğdiş etmekle kalmıyor, nesilleri bir takım yanlışlara da sürüklüyor, saygısızlıklara, düzensizliklere, kontrolsüzlüklere ve onlarca hesap dışı durumlara yol açmaktadır, açmıştır. Burada yapılacak iş, anlamsızlaşan, varlığından bir fayda umulmayan, çocuğu korkaklığa ve başarısızlığa sürükleyen, çocuğun merakını öldüren, kendisini gerçekleştirmesine engel olan gelenek ve göreneklerden vaz geçmektir. Mümkünse yerlerine yenileri ikame edilebilir, bundan da korkmamak lazım.
Hayrettin YAZICI
Devam edecek...