4
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
880
Okunma
Son günlerde farklılaştı herşey. Derdim tasam yığınla. Hayat belimi bükmüş ne yapacağımı bilmez haldeyim. Günler günleri kovalıyor haftalar haftaları kovalıyor içindeki sıkıntıları bir türlü kovamadığım gibi sıkıntılarım gittikçe büyüyordu. Ne yapacağımı bilmez halde sokakları karış karış geziyorum.
Biraz deli divane oldum. Mahalle mahalle, cadde cadde, sokak sokak gezinip duruyorum. Zamanın acımasızlığı bana da çarptı bir anda kaybettim herşeyi. Kaybettiklerimi bulamayacağımdan emin halde iş yeri iş yeri gezinip iş kovalıyorum bulurum umuduyla. Kaybedilenler bulunamayacağı ortadayken birde geçinmek diye bir şeyle karşılaştım.
Cihan diyorlar bana. Cihan’a yakışır diye adımı Cihan koymuşlar. Kim bilir ne umutlarla adım Cihan oldu da ben bilmiyorum.
Zaman dedikleri kavram ne acımasız bir şeymiş sonuna kadar iliklerimde hissediyorum. Ne güzel ne yüce günlerim varmış da değerini bilememişim. Pamuklara sarılı bedeninim öyle hırpalandı ki bazen kendimi baktığım aynalarda tanıyamaz oldum.
Şimdi bir şeyleri sorguluyorsunuzdur eminim. Sorgulamalar bazen nafile çaba. Yaşananları yaşamanız gerek.
Sahi ben neyi yaşıyorum onu da bilmiyorum. Son günleri yaşamamış gibi yaşamak isterdim. Beni çok seven eşim ve çocuklarım dünyalar dolusu dostum(!) kadrajımın görüş açısında değiller her nedense.
Huzur iyice kaçtı son günlerde. Geçim sıkıntısı o kadar yormuştu ki bazen evin yolunu bile şaşırıyorum. Eve ekmek gitmeyince evdekiler de yüz çevirmeye başladılar. Bu nedenle bazı geceler eve gitmek yerine parktaki banklarda sabahlıyorum. Ne garip bir çelişki ki çelişkinin kendisini bizzat yaşıyorum. Kendime ait evimde sadece kendime ait kullanımı olan havlum, terliğim, tırnak makasım, tarağım ve hatta koltuğumu bir kenara bırakmış günlerini öylesine yaşıyorum bilinmedik yerlerde. Evde bile kendi yatağımdan başka yerde uyuyamayan ben evin yolunu unutmuş farklı farklı bankları kendime mesken tutmuş oralarda yatıyorum. İç huzursuzluklar öyle büyüdü ki evde ne eşim ne çocuklarım yüzüme bakmıyor. Ev cennetten bir köşe olsa da tebessüm olmayınca hiç bir yerin kahrı çekilmiyormuş. Çekemiyorum kimsenin kahrını her gece aynı sesler, aynı bakışlar derinden yaralıyor beni. Bu nedenledir ki her gece bir parkta bir bankta birine misafir oluyorum hesapsızca. Yaşananları düşünüyor eski günlerini hatırlıyor ve acı acı gülümsüyordu.
Ekonomik değer ne önemliymiş. Önem vermesem de herkes önem veriyormuş mala mülke şana şöhrete. İş yükseltmek nasıl hayattan bir şey ise iş batırmak da hayatın olağan durumu olması gerekmez miydi? Heyhat! Şan şöhret makam varken herşey ne güzelmiş. Şimdi ibret alınmasın da ne yapılsın. Eş, dost, çocuk varken herkes varmış, herşey yok olunca herkes yok yok oluyormuş onu anladık.
Durumum giderek ağırlaşıyor dar dünyamda. Zaman denilen dehliz beni yavaş yavaş yutuyor toplumdan koparıyor. Tek sığınağım olan abim de yavaş yavaş benden uzaklaşmaya başladı. Toplum için çekilmez bir hal almaya başladım. Kimse beni anlamanın derdinde değil. Herkes kayıplarının peşine düşmüş. Öyle yaralı haldeyim ki kimsenin kaybı olamamışım da bilememişim. Boş yere yaşamışım bugüne kadar. " Kimse’nin kaybı olamamak" nasıl bir şey bilir misiniz? Bu güne kadar yokmuşum demek gibi bir şey. Yok ile Var arasındaki çizgi ne diye sorarsanız eğer. Duyguymuş derim. Duygusu olmayınca hiçbir şeyin varlığı da yoktur. Yokun yanında yok olmak daha iyidir varın yanında yok olmaktansa.
Hayat acımasızlığını üzerime üzerime kusuyorken ben de herşeyden uzaklaştım. Yok olanlardan uzaklaştıkça yeni arayışa girdim. Hiç yanına yaklaşamadığım alkol ile tanıştım herkes terkettikten sonra. Parkları bir kenara bıraktım artık yeni meskenler edinmeye başladım. Sokak çocukları’na dokunamazken sokakların ayyaşı oldum gitti. Köprü altları , hizbe yerler ve yeni yeni arkadaşlıklar benim için için sıradan bir şey. Alkol öyle tatlı geldi ki içtiğimde unutuyorum her şeyi. Hiç yaşanmamış gibiydi geçmiş. Geleceği düşüneceğime anlık zamanları yaşamak daha iyi geldi gönlüme.
Gündelik zaman gelmiş acıları unutturur mu bilemem ama zamanın ruhunu terk edeli çok oldu. Belli belirsiz zamanlarda uzaktan da olsa eski sevdiklerime bakıyor ne yapılarlar diye içten içe hayıflanıyorum. Bazen de öfke nöbetine giriyorum.
Öfke işte. Öfke denilen duygu anlık bir şey değil mi? Kaybettiklerimizi kazanmak için sarıldığımız ruh hali değil mi? Başkaları başka şeyler için öfkelenebilir ya ben? Ben niçin hayata karşı öfkeliyim?
Öfke nöbetlerine giriyorum. Tutku, sevgi ve özlem beni öfke nöbetine sokuyor. Kırıyorum sanki bütün zincirleri yaşamaya tutunmaya çalışırken. Bir el elimi tutsun diye geceler boyu başımı duvarlara vuruyorum. Ellerim tanınmaz halde kan revan içinde. Nasır bağladı yumuşak doku olan her yerim.
Geçen de küçük yavrumla karşılaştım tanımadı bile beni. Minik ellerden uzaklaştıran günlere öfkelenmeyeyim de ne yapayım şimdi. Duygusal şiddete maruz kaldığımdan beri öfkelerim büyüyor hayata. Silik fotoğraflarımı kim yırtmış ise beynimin ortasına kurşun fırlatmış gibi. Nefes almak yaşamaksa eğer bende yaşıyorum. Yaşamayı gütmek mi yaşamdan bir şey koparmak mı hayatın anlamı bilinmez ama sanki yaşamaya tutunmak için son bir şey yapmak gerekiyor.
Hayata tutunmayı bırakalı üç yıl olmuş. Sıcak çorba içmeden geçen zaman her şeyimi değiştirdi lakin değişmeyen bazı duygularım oldu. Sevgi kırıntıları bir bir birleşirken özlem yumak olup çığ oldu kapıma dayandı ve bende üç yıldır hiç uğramadığım evime gittim. Kapıyı çaldım kapı duvar oldu eski sevdiklerimin önünde. Mekanlar şehirleşse de kırsal kalmış duygularımla duvarlara saldırdım. Kırdım kırdım ve kırdım kapıları , bacaları camları aynaları. Aynalar kırıldıkça ruhuma beynime hükmeden sarmal savurdu beni bilinmeyen yerlere götürdü ruhumu bedenimden kopardı nereye gittiğini bilmiyorum. Ruhuma bedenime kim hakim bilmez haldeyim.
Açılmayan kapıları kırdım kanlı ellerimle. Ruhlarını satılığa çıkaran sevgi(!) yüklü bulutlara sarılmak istedim. Ben sarılmak istedikçe püskürtüldüm. Sel olup yağdı üzerime üzerime. Ellerime geçen eşyalardan güç alırken nerden bilecektim ki üzerime üzerime gelen selin beni karanlık dehlizlere götüreceğini. Boğuldum sanki. Öldüm mü yaşıyor muyum bilemiyorum. Talep ettiklerim şühpe duyduğundan beri uyanmadım yaşama. Derinlerden bir yerden ses geliyor kulaklarıma. Uyandırmak istiyor sanki bir el. Direniyorum uyanmamak için. Uykudayım uyanmak istemiyorum. Karanlık rüyalar görüyorum ucunda ışık olmayan dünyamda.
Bu öykü tamamen kurgu olup İşsiz kalmış bir bireyin ruh hali düşünülerek kaleme alınmıştır. Okuduğunuz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.