10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1343
Okunma


Zamanı Var Ki Her Bezmin Anarsın
Beni Bir Gün Olur Elbet Ararsın
Gelince Hatıra Durmaz Yanarsın
Beni Bir Gün Olur Elbet Ararsın
Bir zamanlar Bahçe&Bahçe demeden önce, bir zamanlar Bomonti Çay Bahçesi diyerek söze başlamak daha uygun olurdu sanırım. Zira son yıllarda bahçe&bahçe adıyla anılan Moda burnundaki bu nefis alan bir zamanlar değil Moda’nın Kadıköy’ün ve Anadolu yakasının hatta İstanbul’un bilinen en gözde çay bahçelerinden biriydi.
Öyle ki her yaştan ve her konumdan pek çok insanın bir şekilde yolunun düştüğü bu bahçeyle ilgili anılarını bu gün hala aynı heyecanla hatırlayan vefalı insanlara rastlamanız da mümkündür. Hatta onlardan biri siz bile olabilirsiniz pekala.
Yakın çevredeki çeşitli okullarda öğrenim gören genç öğrenciler büsbütün sahiplenmişlerdi bahçeyi. Nice aşkların yaşandığı bu mabedin onların kalplerindeki yeri bir başkaydı bu nedenle.
Bahçenin gece faslı ise ayrı bir keyif bir heyecan taşırdı herkesçe. Ailece gidilirdi çoğunlukla. Semaver çayları ve çerezler eşliğinde, program yapan ses sanatçılarını dinlemek coşku ve neş’e katardı geceye.
Fenerbahçe Adalar ve karşı sahillerin Galata Kulesi’ne kadar uzanan nefis panoraması. Mehtaplı gecelerin romantizmi sazlı-sözlü şiirli sandal sefaları doyumsuz güzellikleri arasındaydı.
Moda Deniz Kulübü. Koço’nun Yeri. Moda İskelesi. Kadınlar Plajı. Ali’nin Dondurması. Han Bar çok bilinen ünlü mekanlardan bazılarıydı yalnızca.
Bahçe daha sonraları yerini bahçe&bahçe ismiyle böyle bir mekana bıraktı. Bu değişimden sonra bu geniş alanın büyük bir salonu toplumun çeşitli sorunlarına eğilmiş ciddi uğraşlara önemli çalışmalara gönül ve emek vermiş değerli insanların bir araya gelmesiyle çeşitli aktivitelerin eylemlerin ve etkinliklerin sergilendiği Kültürevi kimliğine dönüştü. Bu anlamlı ve yararlı çalışmalar duyarlı katılımcıların yoğun desteğiyle birbirini kovaladı. Bu kez de Kültürevi’nin ünü yayıldı İstanbul’a.
Bu gün hala derin özlemle hatırlanan o unutulmaz günler ki bu günlere kadar uzanan sağlam bir dostluk köprüsünün temelini de oluşturmuştu arkadaşlar arasında.
Kimleri ağırlamadı ki bahçe gururla. Ne anılar ne doyumsuz sohbetler ve o şen kahkahalar kimleri buluşturmadı ki asırlık Erguvan Ağacının gölgeli serinliğinde.
Uçuşuyor şimdi her biri olanca görkemiyle gökyüzünün özgür maviliğinde geride kalanlara nispet yaparcasına.
Mina Urgan davetlimizdi o gün. Uzun zamandır rahatsızdı. Evinde yatıyordu. Kırmadı davetimizi. Moda Mühürdar Caddesi’ndeki evinden almaya gitmiştim kendilerini. Asansörsüz mütevazı küçük bir apartman dairesinde yaşıyordu.
Okul meslek ve dava arkadaşları dostları ve sevenleriyle dolup taşmıştı koskoca salon.Tatlı sohbeti içimizi ısıtmıştı. Eğlenceli hoş ve biraz da buruk anılarını bizlerle paylaşırken hastalığını unutmuş görünüyordu. “Uzun yaşadım. Yitirdiğimiz gençlere baktıkça utanıyorum!” demişti takside bana.
Bizler sizleri tanımaktan nasıl sonsuz övünç onur ve sevinç duyuyorduk bilseniz..
Soluk alışlarınızı hissediyoruz bıraktığınız eserlerde yapıtlarda ve ayak izlerinizde..
Bahçenin müdavimleri ve konukları arasında kimler yoktu ki.
Hasan Pulur, Emre Kongar, Ali Sirmen, Hilmi Yavuz, Cahit Kayra, Cemal Kutay, Melih Cevdet Anday, Demirtaş Ceyhun, Şükran Kurdakul, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Vedat Günyol Mehmet Başaran, Sunay Akın, Hasip Ural ve daha nice yazın – düşün ve ölümsüz sanat insanı..
Bir çoğunu yitirdiğimiz yerleri doldurulmayacak bu dev çınarlarla bir arada olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşadık hep birlikte.
Ne mutlu bizlere.
Bahçeye benden önce kızım Tobb i giderdi. Ardından ben. Her etkinliği soluksuz ve pür dikkat izlerdi simsiyah gözleriyle. Hasan Pulur’un aşığıydı adeta.
O’nu Milliyetteki yazılarından içinde bulunduğumuz günlere denk düşen bir yazısıyla yad etmemek mümkün mü..
Hasan Pulur
Olaylar ve İnsanlar...
Meğer Tevfik Fikret’i anan, hatırlayan varmış.
Bize lisede okutmuşlardı diyen meğer ne kadar insan varmış.
Hele “Han-ı Yağma” (Yağma Sofrası) şiiri:
“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Şiir 1912 yılında yazılmış, bu günün diline A. Kadir çevirmiş.
Tevfik Fikret düşünce ve ideallerinden dolayı hep hayal kırıklığına uğramıştır:
Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi..
Tevfik Fikret ne umutlarla bugünleri beklemiştir:
Ey halkıma bir şamar gibi inen paslı yasak!
Ey kanuna saygıyı tepen kara zulüm!
Halkı ve kanunu kutsal tanıyan her yürek
Yarın seni yerin dibine soka soka anacak.
Düşsün, zorbalık için, sana eğilen başlar birer birer!
Kopsun, seni bir hak diye alkışlayan eller!
Acaba öyle mi oldu?
Toplumda adı “huysuz” diye anılır.
Acaba haklı olan onlar mıdır?
Canım Hasan Pulur,
Bilmelisiniz ki benim nefes almamı sağlayan sizlere kavuşacağım günün doyumsuz heyecanıdır.
Toprak kokulu yağmurlar ışıl ışıl yıldızlar olsun Yoldaşınız her birinizin..