14
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
1766
Okunma

Haksız’ın dilinde Hak! sözü... Yalancının dilinde doğruluk, Zalim’in dilinde mağdurluk...
Göz göre göre... Arsızlıkta tavan yapmış tiplerin, yalaka soytarıların, mesleğini, kişiliğini, onurunu satmış kişilerin cirit attığı bir ortamda hep aynı görüntüler... Sıkılmak, yok... Utanmak, yok... Yapılan tüm yanlışların, hataların, beceriksizliğin karşılığında tek ve yegane sözcük;
"Kandırıldık!"
Zamanında BOP eş başkanlığı için sırtımızı dayadığımız Amerika, kandırdı bizi... Zamanında açılım söylemleri ile İmralı’da kol kola girdiğimiz adamın silahlı örgütü, kandırdı bizi... Kırmızı halı serip Meclis gönderine bayrağını çektiğimiz "olmayan ülkenin" sözde başkanı Barzani, kandırdı bizi... Devletin istinasız her kurumunda adamlarını koyduğumuz, önlerini açtığımız, en kritik noktalara yerleştirdiğimiz, vaazlarında salya sümük ağlarken bakıp bakıp gözlerimizi yaşartan cemaatin Hocaefendisi, kandırdı bizi...
Lakin;
Bir yalana, bir haine, bir düzenbaza, bir kalleşe kanmanın bedeli olurdu... Oldu da... On binlerce insan bu tezgahlara gelmenin bedelini ödemekle meşgul. Kimi o "müttefik" ülkenin bizi kandırarak oldu bittiye getirmeye çalıştığı "Uydu devlet" yapılanmasına karşı Suriye topraklarında nöbet tutuyor... Kimi tepemizde uçan jetlerin, caddelerde dolaşan tankların ateş kustuğu geceden kalma yaraların izlerini taşıyor... Kimi "inandığı" cami imamının peşinden gitmenin bedelini demir parmaklıklar ardında ödüyor. Ülke olarak, toplum olarak, birey olarak bu "kandırılmanın" bedelini şu veya bu şekilde ödüyoruz ve bir süre daha ödemeye devam edeceğiz.
Benim asıl merak ettiğim; iki yüzlülükte ve yalancılıkta bu denli ileri seviyede mahir olan bu odakların kahramanlarını gerçekte ne kadar tanıyor ve irdeliyor bu ülke insanı. Örneğin IKYB lideri Barzani’nin siyasi geçmiş ve yapılanması, Barzani ailesinin geçmişi, Özal dönemi, Demirel dönemi ve Erdoğan döneminde Türkiye ile olan ilişkileri konusunda kim ne kadar bilgi sahibidir?
Hepimizin haklı olarak öfke duyduğu, sinirlendiği Fethullah Gülen’in Cemaat yapılanması, hücre ışık ev sistemi, 12 Eylül dönemi, 12 Eylül sonrası, Amerika’ya gidişi ve CIA ilişkileri, cemaat içerisinde öncelikli kural olan "Tedbir" ve yine öncelikli sadakat göstergesi olan "Himmet" yapılanması ile ilgili ne biliyorduk biz ve ne kadar?
Kırk yıldır bu ülkede kan dökmeye doymayan PKK terör örgütünün nihai hedefi olan "bağımsız kürt devleti" ideolojik yapılanması, örgütün beyin yıkama taktikleri, yaşam şekli ve biçimi, İmralı ile olan organik ilişkisi, İmralı’nın Devlet Kurumları ile olan görüş ve temasları konusunda ne tür bir bilinç seviyesinde dolanıyorduk biz?
Tamam, kandırıldık biz, tamam ülkemizi bölmeye çalışan iç ve dış mihraklar hiç boş durmadılar ve bu noktaya getirdiler bizi, tamam bölmek istiyorlar, tamam parçalamak istiyorlar bizi, tamam ülke olarak zor bir dönemden zor bir süreçten geçiyoruz ama;
Yukarıda saydığım tehditlerin iç yüzünü bu zamana kadar tam olarak bilmiyorsak, tanımıyorsak, anlamamışsak, o halde bunca zaman kime inandık biz?
Kendi adıma bu soruyu sorduğumda ve teknik anlamda inanmam, güvenmem gereken merciye müracaat ettiğimde koca koca televizyon ekranlarından şu cevap çarpıyor yüzüme!
"itiraf ediyorum ki, kandırdılar bizi!"
Osmanlı döneminden genlerimize işleyen kötü bir mirasın sonucudur bu. "Reaya" dediğimiz "Yönetilenler" anlamına gelen Biatçı toplumun günümüz versiyonu. Yani sorgulamaktan önce inanmak tercihinde bulunan beyin tembelliği.
Genel olarak bizim duygusal ve en zayıf noktamız olan "inanç" "milliyetçilik" "kahramanlık" temaları üzerinden yürütülen siyasi stratejinin doğal sonucu.
Oysa, Afrin’de terör tehdidini ortadan kaldıracak şanlı bir savaş vererek zafer kazanmak elbette büyük bir başarıdır ama, toplumsal uzlaşmanın sağlandığı, alevisi sünnisi Türk’ü Kürt’ü ile barış ve kardeşlik içinde kutuplaşmadan yaşamayı sağlayacak bir idareci olmak en az onun kadar büyük bir başarıdır.
Suçluları yakalamak, cezalandırmak ülkenin bekası için elbette başarıdır ama, "kandırılmışlar" arasında ayrım yapmaksızın, her Türk vatandaşına aynı adalet ve hukuk çerçevesinde eşit muamele edebilmek çok daha büyük bir başarıdır.
Demokrasiye, mevcut seçilmiş iktidara karşı yapılan darbe girişimini bastırmak, bu mücadelede kararlı olmak elbette büyük bir başarıdır ama, darbeye fırsat vermeden önce, devletin kamu ve kurumlarında liyakat esasına göre görevlendirme yapmak, bunu yaparken dini, siyasi, ideolojik etiketlere bakmaksızın o makamı "hak eden" kişi ve kişilere teslim etmek çok daha büyük bir başarıdır.
Tamam,
"Kandırılmak" ve sonrasında öz eleştiri yapıp "kandırıldığını anlamak", elbette başarıdır ama, "kandırıldığın her seferde seninle birlikte milyonlarca kişinin de aynı anda kandırılmış olmasına sebep olduğunu anlamak"
Bunu yapabilme yetisinde olmak sanırım en büyük başarı olacaktır.
Son dönemde kiminle konuştuysam aynı huzursuzluk ve aynı karamsarlık göze batıyor. Kavramların dahi siyasi görüş ve yapılanmaya göre şekillendirildiği, örneğin "Hayır" demeye korkulduğu, Fetö denilen kanserli yapı öne sürülerek siyasi aktörlerce "fişlenme" korkusu salındığı, insanların düşündüklerini rahatça konuşmaktan ürktüğü, TV ve Basında tamamen "Tekelleşmenin" yaşandığı ve haksız rekabetin ulu orta sürdürüldüğü ortamdan sıkılmış durumda insanlar.
Yani bir tarafın "Mağdur" edildiği bir ortam var. Oysa bu toplumun psikolojik yapısını az da olsa bilen herkesçe malumdur ki, bu halk "mağdur" olanı sever. Zamanında Mağdur olmuş birinin "Mağduriyetin" nasıl bir güç olduğunu anlamamış olması da ayrı bir yazı konusu olur diye düşünüyorum.
Tamam, sevdiğini aldatmak hainliktir ama;
Sevmiyorum demek de "Mertliktir" bir bakıma...
İyi anlamak lazım...
Tamam ?