5
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1920
Okunma


Hayal gücü ile şizofrenliği ayıran o ince çizginin yakınlarında yaşamak… Çocukluğumdan bu yana o kızıl, gerçeküstü nehrin damlacıklarını ve kokusunu hissettim üzerimde. Bu karşı konulmaz hisler reddedilmesi imkânsız acılar sunuyordu hayatımın merkezine. Bundan kurtulmamın tek yolu içimdeki Masum’a yapılan bütün kahramanlık ve ölümsüzlük tekliflerini geri çevirmekti. Bir yıldız yol gösterdi bana dilsizliğin yüce tepelerinde. Kiralık bir yüz edindim. Issız patikalardan sözcükler evine döndüm. “Düşüş” eski yerinde yani kapının hemen önünde kedi gibi kıvrılmış yatıyordu.
(…)
Annem… Annemin aniden yaşlanmış olduğunu fark ettim. Her pişmanın, her geç kalmışın annesi aniden yaşlanmıştır. Çok üzüldüm. Üzülmek kanatlarını çırpa çırpa geldi ve sabırsızlık numarası yaptı yüzümde. Kabullenmek çok zordu. Keşke hayalimdeki o ışık hızıyla koşan atlar burada olsaydı şimdi. Ve o atlar annelerin yaşlanışını uzaklara götürüp yerine “geriye dönüş” getirse… Ne olursa yapardım bunun için. Hatta bunun karşılığında istiyorlarsa hüznün son koruyucuları da konuğum olsunlar uzun süre. Onlara şarap ve gizleniş ikram ederim insanlı bir gecede. Ama gerçekliğin mabedindeki bütün atları atlıkarınca denen lunaparkta kullanıyorlardı.
Atlar kaçmalı oradan, o etrafında dönüp duran kavramlardan.
Atlar kaçmalı oradan ve oyuncaklığı bırakmalı.
(…)
Nesneler çok yavaş taşıyor bilgiyi. Geciken bilgi ve duyguya varılamayış, yüzüstü bırakılış, anlamın içine girilemeyiş… Bütün bunlar gözdağı. Bütün bunlar bir kanat çırpışı kadar bile değil. Ama bu kurtulamayışın uçsuz bucaksız yolculuğunda otostop yapan harika çıkışsızlıklar seninle yoldaş olur. Harika çıkışsızlıklar sanata götürür. Seni soğukluğun tanrısı bir gökdelenin çatısına çıkartır. O çatıda, gecikmekten yapılmış ayaklarını aşağıya sarkıtırsın ve bağırırsın büyük caddenin kadrolu kölelerine doğru: her insan başkalarıdır, her insan başkalarıdır, her insan başkalarıdır.
Büyük caddenin kölelerinden kimse duymamıştır seni. Çünkü kimse kendisi değildir o saatlerde. Kimse birini sevmemiş, sarılmamış, sevişmemiştir. Ve ömrünü yırta yırta çıkardığın uçurumsu sesler dönüp bakılmayan anlam parçacıkları halinde boşluktaki yerini alır.
(…)
Sözcükler evinde Zaman koyudur, karanlık ağızlıdır. Gözlerini içindeki o Masum’a dikmiştir; yenilgisi olmayan tek şeye… “Sormamak” adında bir defter inanılmaz hafifliğin yatağına uzanmış, büyük bir zevkle varoluşun uykusunu izlemektedir. Sözcükler evinde zamanın elinden kaçıp kurtulmayı başarmış ve özenle biriktirilmiş yol kenarları vardır. Yol kenarları Masum’un kanamış avuçlarıdır. Çünkü erdem oluşurken görünmez kılıçlarla masumun avuçlarını kanatır.
Öbür tarafta ise düşüklüğe eğilim durmaksızın devam etmektedir. Alkışlarla çevrilidir düşüklük. İçinden demir akan insanlar ve otomatik seyirciler hastalıklı bir ordu gibi her an hazırda bekler. Oysa erdem hazır olmadığın bir anda gelip seni göreve çağırır; insanı düştüğü aşağılıklar çukurundan yukarı çıkarmaya… Gerçek tehlikelerin içine atar, o yüzden erdem ölümcül yenilgi riski içerir. Çünkü aşağıdakiler kımıltısızlığı seçmişlerdir.
(…)
“İyi adamlar yalnızlıktan ölüyor, İyi kadınlar ise
kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken…” diyor ya Dostoyevski…
İyi adamlar ve iyi kadınlar için ne yalnızlık, ne balkon, ne de gökyüzü var artık. Kimse o kadar derine inmiyor yeniçağda. İtaatsizliği seçmiş küçük bir azınlık dışında herkes, güvenli bölgede kalmak için hissizliğin kusursuz kulesine çıkıp oradan düşüncelerini aşağıya atıyor. Otomatiğe bağlanmış atlayışlarla ölüyor düşünceler. Kimse inanmak istemiyor; düşünceleri ölmüş olanın ruhunun da öldüğüne…
(…)
Her akşam ve her sabah sözcükler evinin kapısı, büyük caddede dönüp bakılmayan anlam parçacıklarının oluşturduğu dizelerle açılıyor. Güce karşı itaatsizliği seçen o küçük azınlık giriyor içeri; içindeki Masum’u yitirmemiş olanlar… Tutkuları, aşkları, sevgileri ve işçi renkleri getirmişlerdir yanlarında. Bir de… Kendi içine yürüyen ve saatler boyu kimselere rastlamayanları.
(Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak?-Rilke)