4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1843
Okunma
Kalabalığın içinden sıyırıp bir kaç cümleyi,
suyuna, pusuna şehrin aldırmadan kurmak için kalktığında kendine ne zaman ve ne vakit sorgusuna aldırmadan kullanabileceği bir dışım sallık olgusu büyüyüverdi gözlerinde.
Bağcıkları bağlanmamış, topuğu kırık bir ayakkabının, ayağındaki terini çoraplarına işlemesinin nem hesabını erteleyerek oluşan kokuda irkildi! çoğu cümle daha doğmadan ölüyordu dilinde. İhtimal varsa umut,umut varsa ihtimalde vardı...
Yeni bir cümle içine çekip, kendini bağışlayabilme hissi daha fazla koşturuyordu gözlerini en arka sıraya ulaşıp bağırmak için.
Beni biliyorum seni bildiğim gibi.
Sonra, omuzlarını yıpratıp insanlıktan uzunca bir soluğun, kesik kesik gelgitlerini dinledi.
Zaman eskiyi çınladığında, radyosunun kulaklarını kapatmayı denedi.
Olmadı, olmuyordu..
Kulağı içine doğan bir zaman hışırtısı kapatmayı zorlaştırıyordu çağrısını. Oyun çağına dönen bir kul döngüsü, hıncını ebeleyip ebesine kadar uzanan o yola küfür saçıyordu.
Sade anlaşılır olamamak veya olmayacağım gibi duruşunu tekmeleye dursun, biz ağzını açabilmenin derdine düştük.
Dürtüp dürtüp eskiye aşina birer figür astığında urganının sarısının bile gecikmişliğini görebiliyorduk.
Artık senide öğretebiliyorum kendime ..
Ön helal, arka kopça. Misketli yılların cümlesi naaş ve bitki tohumu dışında da bir şeyler gömme isteği doğuyor toprağa.
Eşme toprağı, daha göğün suya zamanı varken.
şimo