7
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1113
Okunma

İstiklal Savaşı yıllarından bir hanımefendi anlatıyor:
1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı .
Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı. (Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş..) dediler.
Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım O’na. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi. Saygı göstererek durdu önümde.
– Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
– Olur, dedim. Bir büroya girdik. Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. İçeride yardımcıları çalışıyordu.
– Siz gerçekten avukat mısınız? dedim.
– Evet, dedi.
– Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz? diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
– Beni affedin , dedi. İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülke için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim!…
Canım Azizim Aziz NESİN. Günlerim aylarım yıllarım sizi ve birer birer Beyaz Atlarına Binip Giden O Güzel İnsanların özlemi ve geride bıraktıkları o muhteşem ayak izlerini takip etmekle geçiyor. Yeri geldiğinde belirttiğim gibi bir an önce sizlere kavuşmanın hayali umudu ve heyecanı yaşatıyor beni yaşanması mümkün olmayan bu korkunç mezbelelikte.
En son Alaçatı’ da görmüştüm sizi. Dünyaya geldiğiniz Şebinkarahisar’a bağlı Ocaktaşı köyü nün fahri hemşerisiyim nicedir.
Naçizane yazdıklarımı okuyanlar kalemimi sizin kaleminizle özdeşleştirdiklerinde “Haklı olabilirsiniz. Giderken bana ‘el verdi’ sanırım diyorum mahcubiyetle gülümseyerek.
O yüzde altmışlar ki bu gün inanın yüzde doksan dokuzu buldu yüzde oranı ülkenin geldiği noktaya baktığınızda. Şimdilerde Evet –Hayır larla oyalanıyorlar. Bir de dış düşmanların gelip bizim yerimize sandığa gittiklerini tartışıyorlar! Ah şimdi aramızda olsaydınız neler söyler neler yazardınız kim bilir…
Sizi yakmalara kalkışmış katli vaciptir diye fetvalar vermişlerdi. Oysa ortalık katli vacip olanlardan İnsanları Allah’ı tövbe haşa inkar edecek hale getiren kadın erkek güruhtan geçilmiyor.
Ey Koca AZİZ NESİN.
Nasıl da yüce gönüllüsün
Sen bu millete değil
Millet sana borcunu nasıl ödesin?
Yıllar öncesinden ülkenin neler yaşayıp göreceğini o bilge kişiliğinizle bir kahin gibi sezip uyarılar yaptığınızı. Ve o olağanüstü Kara Mizah öğretilerinizi toplumun uyanıp aydınlanması için ciltlere döktüğünüzü. Birçok dünya ülkesinin sizi çeşitli ödüllerle ödüllendirdiğini ancak ülke yetkililerinin ödüllerinizi almak için ülke dışına çıkışınızı engellediğini bilenler biliyor.
Hem sönmeyen bir meş-ale yakacaksınız.Hem kendinizi halkınıza adayacaksınız. Sonra kalkıp:
“Bin Azizler olsa yetmez aldığımı vermeye/ Utanırım hakkını helal et demeye/ Dünya durdukça durasın halkım” diyecek kadar halkınıza borçlu kaldığınızı düşüneceksiniz!..
İyi ki bu günleri görmediniz . Bayraklar ayak altında çiğnenip parçalanıyor. Yurdun satılmadık bir karış toprağı kalmadı. Üretim sıfır noktada. Ekonomi yerle bir. İç- dış borçlar ödenecek gibi değil.
Sınır komşular başta olmak üzere tüm ülkeler baş düşmanımız! İç savaş kapıda. Ne uğruna ne için canını verenlerin sayısı küçük bir ülke nüfusuna eş. Bilgisini fanatik taraftarlığını değil sağlıklı akıl gücünü kullananlar ağır travma yaşıyor vatan sağ olsun! demek yerine.
İnsanlar hastalıktan kırılıyor. Nüfus Çin’e yaklaşıyor! Gelen ve gelecek olan mülteciler bilhassa ülkeye sokuluyor ve her anlamda korkunç virüs salgını yayıyorlar. Amaç ülkeyi her anlamda yok etmek.
Ve en büyük terör ayaklara altında çiğnenen insan onuru akıl ve ahlak çöküntüsü.
Hele hele her şeyi ben bilirim. Benim bilgim geniş kültürüm seninkileri döver! Tavrında olanları gördükçe…
Sen geçmişi yalan yanlış tarih bilgilerini bırak bir kenara. İçinde bulunduğun tarihin kara yazgısına bak öncelikle. Ailene sahip çık . Çoluk çocuğunun aile içi eğitimine özen göster. Onları yaşadıkları sürece nerede olurlarsa olsunlar İnsan Kimliği ile var olmalarını sağla.
Dış düşmanlığında kurtar kendini artık. Düşmanı kendi içinde ara!
Kurtuluş savaşı tarihi: 17 Temmuz 2016!
Kurtuluş savaşı baş kumandanı: RTE!
Bunların ve daha nice tarih değişiklerinin ve de ilkokul kitaplarında yer alan dehşet verici yazıların ve resimlerin peşine düş torun bakma parasını aldığında utanmadan “Allah devletimizden razı olsun” demek yerine.
Bu yazdıklarım bir çok okura itici küstahlık ve megalomanlık gibi gelebilir belki.
Ancak yarım asrı çoktan aşmış yaşının her gününde ne ailesinden bir ricada bulunmuş ne evine bir yalan ve bir kibrit çöpü girmiş ne de bu günlere kadar gelen sonsuz özveriyle sürdürdüğüm çok çeşitli eylemlerim ve çalışmalarımda ne bir kişiye bir Teşekkür borcu ne Yaradan’a Vicdan borcu olmayan biri olarak bunları dile getirmeyi kendimde hak sayıyorum.