7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1533
Okunma

-Öylesine bir zaman olur ki, kimseye duyurmadan Su’yun teninde yüzleşirsin kendinle
bir yerlere dökülür yaprakların, susarsın..
Zaman ilkbaharını arar kendi geçmişinde..Hayallerin gece matinelerinde kapalı gişedir..
Uzaktan insanları izlersin..Herkesin içinde dört duvar yalnızlıklar..
Dışarıda herkes dönem filmlerinde perişan figüranlar gibi..
Bir an olsun tereddüt etmeden güzel insanların ardına düşersin..
Güzelden yana ne varsa sevgi pıtırcığı gibi büyüsün, büyüsün ve sarsın yer yüzünü diye-
.....
Trabzandan kayarak inerken, kadraja eksiksiz bir yaşam sığdırmak
gün gelir uzun ince sözler yazdırır insana..
’’Beni bir filmin arkasında doğum sancılarıyla doğurmuştur
bir kadın’..Çetin Tekindor..
Aysız bir geceydi,Tekindor’un uzaklardan muğlak bir sevgisine dolanmıştık..
Fütursuz bir oyunun önünde, arkasında, üstünde olsak ne yazar..
Tekindor,muhtemelen uzun çalışma saatlerinin getirdiği
gerginlikten olsa gerek bir saatte bir paket sigarayı bitirmişti..
Geçmiş, bir gölge gibi önümüzde ilerliyorken, vefa’ya sığdıracaklarıma
matematiksel olarak yetişmekte hayli zorlanıyordum..
Hafızam da değil de,düşgücüm de birikenler bu durumu
tetikliyor olabilir miydi acaba?..
Düşgücü demişken, bir filmin oluşmasını sağlayan kimi güzel insanların
kurdukları hayalgücünü,Jules Verne’nin çok sonra tahayyül ettiği
inanılmaz düşgücüne benzetiyorum..
H Ergülen fazlaca değindiği için burda detaylara değinmeyeceğim fakat
şunu söylemeliyim ki,’Hayatta en büyük intikam yaşamak’
(R.H) çokça bencil bir duygu olabilir miydi böylesi bir kesitte?..
Kavram karmaşasının dorukta olduğu bir kesit de
kimi hassas, özel kavramların içi öylesine rahatça boşaltılıyor ki..
Bazı zamanlar ’Fırçasını konuşturan şair’ Jean ve
doğal atmosfere titizlikle yaklaşan ve kadrajını baştanaşağı
estetize eden Tarkovsky gibi öylece susmak geçer içimden..
Güzel bir şey yapmak gittikçe zorlaşıyor, zorlaştırıyorlar..
Şöyle oturup güzel bir şey yapma düşü kuruyorsun fakat,
düşlediğinle hayatı bir noktada buluşturmanın pratiğini tam
kuracakken her yanından kokular saçan bir yaşama kayıtsız
kalamadığından bir işin ucundan inceden tutunabiliyorsun yalnızca..
Üstelik bunu zorunluluklarından yapıyorsun..
’Güzel düşler büyüten’ Şehla Balıklar Denizi’ şairinin naif hayallerine
dönelim biz yine de..
İ Alıcı aradı bu akşam ’Deniz’i de al gel, bu gece güzel bir şey yapalım’ dedi..
Günün her saati, her dakikasına şiiddet-kaos ve yıkımlar taşıyan
bir sistemde hala güzel şeyler yapmaya meyilli olmak umut verici..
Ömrünce sevmeyi örgütleyen güzel insan S Sezer’in
’Esmer Şairi’nin herşeyi koşulsuz sevmenin insanüstü
duyumsamasına dair bir umut bu..
Anımsıyorum da, Varlık için bir söyleşisinde
’Umutsuzluğu örgütlemek’ başlıklı bir soru sorarak ters köşe yapmaya çalışan editöre
’Oldum olası edebiyatsız hayatlar için kederlenirim’
diye cevaplamıştı..Çimento kağıtlarına yazılan şiirlerden
İnsancıl’a uzanan kocaman bir adanmışlıktır Alıcı..
Geliriz sen çayın altını yak dedim..Gülüştük..
Güzel şeyler yapmanın ironik bir kesitinden şizofreniye doğru hızla yol aldığı
bir süreçte güzel şeyler yapmış olabilmenin tebessümü ve naif hüznüyle dolmuştuk..
Burcu, bir ara beni bu hayatta en çok sarsan şeyin ne olduğunu sordu..
Kimi durumlar için ezberimde sakladığım bir şiirimi okumuştum..
Bizim sokağın girişinde duran şu inicir ağacı var ya/ ne zaman baksam güzelim dallarına/
günbatımlı bir dünya gibi/ oysa kimse farkına varmıyor/ yaprakların hışırtısı/
bir keman sesi/ her daim deniz kokulu/ görüyorum/ duyuyorum/ yaşıyorum
kimse farkına varmıyor/ uzağında bir ağacın şakaklarına kır düşer/
kanepede duran boşluğuna ne hüzünler birikir..
Öylece bana bakıyordu, ayağa kalktı ve bütün nezaketiyle yanaklarımdan öpüp
’Anladım’ dedi..
Güzel insanların güzel şeyler yapma hayallerini düşündüm o gece..
Ve o hayallerle birlikte güzel insanların nasıl yara aldıklarını..
Bu dünyayı değiştirmek için bugün durmaksızın eskizler biriktiren,
emek harcayan mücadele eden güzel insanlar olmasa hayallerimize neler olurdı kim bilir..
Hayalleri yara alan ama umudu her şeye inat olağanüstü canlı tutabilen Berna’yı
düşündüm bugün..Ve onunla derin bakışlı insanlar üzerine sıkça yaptığımız tartışmalarımızı..
Geçenlerde aynı tartışmayı bir mektupla sürdürmüştük..
’Derin bakışlı’ insanların ayrıntılarına dair bir uyumsuzluk tartışmasıydı bizimkisi..
Derin bakışlarda gözlerin hiç bir önemi yoktur oysa, gözlere düşen anlam
mimiklerin yansımasıdır..
Derin bakışlı insanların iki yönlü bakışı, iki yönlü mimik hareketleri vardır ve o iki ayrı bakış
iki ayrı mimik birbirinin içinden geçen tek bir noktada bütünleşir..
Bir yanı kanat takıp uçmak ister bir yanı o coşkuyu dizginler fakat
bastırmaz, tüm hücrelerine yayar öyle ki, yaşamın her anında
muazzam bir direnç oluşturur..Tıpkı güzel insanların hayalleri gibi..
İnsanın birini sesinin içiyle sevmesi ne güzel..
Dışarda hiç bir kaosa kaptırmazsın benliğini, hatta yüzünde ve kalbinde
bir kavgadan zaferle çıkmış vakur bir tebessüm belirir yanı başında sesinin içiyle sevdiğin biri oldumu..
Aklımın en rasyonel haliyle söylüyorum ki sesimin içiyle seviyorum
güzellikten yana düşleri ve o düşlerini dövüştürenleri..
Güzel bir Cumartesi vapurda başlayan yol hikayesi İnsanbul’dan İstanbul’a
denizin üzerinde yol alan bir yelkenli şimdi..
Elimizde rüzgarın dağıttığı küller ve kuru üzümler..
Avuç avuç serpiyoruz terastan beton zemine..
Islığımızda Bregoviç ezgileri..Her imge yalnızca hınzır bir telepatiye dönüşüyor..
Ve tam bu anda gömül içindeki ışığa ve güzel hayallere..Aşkla ve çocukça..
24.04.Cumartesi..