3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
864
Okunma


Ve öyle bir gün gelecek ki,
Tanıdığın her insan yüzünden,
Biraz daha yalnızlaştığını göreceksin.”
— Charles Bukowski
Toplumsal varlık olan ve kendi malzemesini kendi cinsinden elde eden İnsanın, gün gelip de yine birbirleri yüzünden kendilerini yalnızlığa mahkum edileceği kimin aklına gelirdi?
Yalnızlık…Çağın vebası gibi. Onca kalabalıklar arasında öncelikle kendi içlerinde onca yalnız insan.
Bu yalnızlığın nasıl olduğunu ben çok iyi bilirim mesela…
Dünyada her şey hızla ve şaşırtıcı bir biçimde değişime uğruyor bu bir gerçek. Ancak insanı insan yapan o değişmez özelliklerin yok olup gitmesine tanklık etmek daha da şaşırtıcı ve bir o kadar da kabullenilemez bir acı gerçek.
Toplumu gerçeklere yönlendiren, geleceğe ışık tutan o erdemli, saygın yazarlardan, edebiyatçılardan, kocaman yürekli aydın sanatçılardan ve bilhassa oturduğu koltuğun hakkını veren bakan ve devlet adamlarından eser kalmadı dense abartılı olmaz bana kalırsa.
Yakın geçmişte mecliste görevini yapmak yerine sürekli uyuklamayı yeğleyen ve insanın uyurken de düşünebildiğini söyleyen eski Kültür ve Turizm Bakanını anımsayanlarınız vardır sanırım.
“Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı (1938-1946) döneminde kongreler, şuralar, sergiler, açılışlar, temsiller, yayınlar birbirini izlerdi. Her etkinliğin sonu yeni bir atılımın başlangıcını anlatıyordu.”
Hasan Ali Yücel’in Türk Basınında 50. Yılını Dolduran Yazarlar Jübilesi’ nde yaptığı konuşmasını aktarmadan önce, bu vatanın nerelerden ve kimlerin elinden geçip, nerelere ve kimlerin eline geçtiğini biz insanlara hatırlatan bu iki mesajı hatırlamak ve hatırlatmak istedim içim sızlayarak.
“Geliniz memleketin namus ve hukuk-ı millisi ile oynayanlara karşı diyelim ki biz varız. Bu memleket bizimdir, bu halk bizimdir. Mustafa Kemal Atatürk.
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim. Nazım Hikmet, Kuva-yı Milliye Destanı.”
“ 16 Mart 1942 tarihinde duruma göre, ilk imzalarının Türk basınında en az elli yılı bulmuş ve hayatını Türk umumi hizmetlerine vermiş olan Türk vatandaşı kalem erbabının o tarihte yaşamakta olan 59 ‘ u adına 6Şubat 1943 Cumartesi günü İstanbul Üniversitesi konferans salonunda bir tören yapılmasına karar verilmiştir.”
Ve Hasan Ali yücel açış konuşmasını şu çarpıcı ve anlamlı sözlerle yapar:
“Kitap ve kalem, devrimizin medeniyetinde zaruri hayat vasıtaları arasına girmiştir. Bu bakımdan elli yıl öncesini düşünürsek. bize yazılarıyla okumak ve düşünmek melekesini kazandırmaya çalışanlara nasıl minnetar olmamız gerektiği kolayca anlaşılır. Onun için bu gün sevgilerimizle kuşattığımız, şükranlı gönüllerimizle sardığımız bu beyaz varlık, yarım asırdan beri gelip geçmiş Türk nesillerinden irfan velinimetlerini temsil etmektedir, tebcil ederim, tebcil ederim!”
Yücel konuşmasına şöyle devam ediyordu.
“Düşünen insanın yazar olması, hayatın tam önünde, en iç ve en sıcak yerinde bulunması demektir. Yazıya başlarken yazıların kalem sahibini nereden alıp nereye götüreceği belli olmaz. Çok defa düşüncelerin çizdiği yol, o düşüncelerin sahibine de meçhuldür. Kaderin gözü, aşkın gözü gibi bağlıdır.
Deha dediğimiz harikalı kudret, kaderin gözündekini çözebilmektir.”
Oldukça uzun ve harika mesajlar içeren bu nefis konuşmasını buraya sığdırmam olanaksız. Yazarlara seslendiği son cümleleriyle sonlandırmak istiyorum yazıyı izninizle.
“Siz bizim neslimize baba; bizden sonraki nesillere dede ve ata oldunuz. Büyük kıymetlerinizi biliyoruz ve sizlere layık evlatlar olmayı diliyoruz. İnsanlığın amansız fırtınaları içindeki bu günlerde bile sevgi denen bağlayıcı ve yaratıcı kudretin kin ve öç yerine hakim olacağına inanmak cesaretindeyiz. Taşkın sular gibi azgın ruhların durulacağı saatlerde bu cesaretin mükafatı, sevenlerin sevilmeye liyakat kazanması olacaktır.”
70 yıl önce söylenen bu sözlerin anlam ve derinliğine bakıldığında gelinen noktanın vahametini görüp, insanın ne kadar değiştiğini, tanınamaz tehlikeli bir varlığa dönüştüğüne bakıp da gel sen içler acısı yalnızlığına gömülme…