13
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
2788
Okunma

sevgili h. sevgili k. ile bi akranlığın yok biliyorum ama içimden sana böyle seslenmek geldi bugün. hani nicedir susuyorum. susuyoruz. neresinden kopacaksa kopsun hayat boşverliğine sarıp kendi ipimizi çekiyoruz. günlerin devinimi birbirine benzer aynı ağırlıkta kaldığı yerden devam ediyor. bu kürek mahkûmlarına su taşımaktan bezmiş ayaklarımız. onların gerilen kaslarından ördük o imlekleri boğazımıza. dedim ama söken olmadı.
artık gördüğüm rüyaları da unutmuyorum biliyor musun¿ bugün annemi gördüm. yanağından öpüyordum. saçları küttü ve gürdü. bulaşıkları yıkıyordu yine eliyle. ’Allah senden razı olsun. Gulê olsaydı bardağını şurdan şuraya tepretmezdi’ dediğim yerde uyandım. hayıflandım sonra rüyaların bu oyunlarına. ’annem olsaydı’ dedim şimdi kendi eliyle alırdı ateşimi. ah annem olsaydı dedim. dedim ama annem duymadı.
ondan önceki gün de babaannemi gördüm rüyamda. avurtları gitgide çukura gömülmüştü. yanağımı öpüp mıncıkladı beni bi güzel. takma dişleri ağzında yoktu. iki gündür öptüğü yerde açıldı o koca çukur. bir de yerine getirilemeyen kıkırdak sesleri. afakanlar bastı sonra uyandım ecel terleriyle. babaannem yine bırakmıştı oyunumuzun en güzel yerinde bizi. ah! dedim babaanne! ara ara rüyalarıma çaktırmadan gelip böyle yüreğimi hoplatıyorsun. ölümümden haber verecekti heral dedim meral kızım yolcusun. son bi isteğin, arzun var mı şu dünyadan söyle kınalı kuzum içinde kalmasın. dedi ’de haydi acele et!’ dedim ’yok yok!’
sevgili h. yataktan bugün yeni çıktım. rüyaların biri gitti biri geldi. takip etmekte bi hayli zorlandım. nabzım normale döndü nihayet. sadece dişlerim zonkluyor. sevgili Stephan’a hergün düzüyorum gelişigüzel. öyle bir diş yaptı ki sağolsun rahmetli babaannemin bile dikkatini çekti. ’ah gulemın! bunları hangi kuroya kerpetenlettin kızım¿ bak bana! şu takma dişsiz halim bile sanırsın ki dilbere dersim!’ dedim ’babaanne buraya bana moral vermeye mi geldin, canımı almaya mı tanrı aşkına¿ bi karar ver artık’. dedi ’çena kutik! o azı dişlerini görmeden önceydi. bu halle seninle şu karşı köprüye bile geçilmez hadi bana eyvallah kuzum!’ dedim ’dur gitmee!’ dedi ’yok yok!’.
sevgili h. işte böyle. eskiden dilo’yla bi araya geldiğimizde siyah noktalı dişlerimize pek aldırmazdık öyle konuşurken. hatta bana öyle gelirdi ki birbirimize hava atıp yarıştırırdık ayak üstü. annem doktora götürmüştü bi hal çaresini bulmak için. ama doktor da sağolsun ’yapacak bişey yok! bu kız fazla tükürük salgılıyor’ deyip atarlanıp eve yollamıştı şerefsiz! bazen bu diplomayı bunlar nasıl alıyor? nasıl bir kasaplıktır bunların yaptığı aklım almıyor. ah elime bi fırsat da geçmiyor ki alim şunların aklını! ertesi gün dilo’ya anlattım dedim ’kızım bak böyle böyle bu meretin tıpta bi hãl çaresi yoktur. umudun varsa hãlã kuşa kurda ver yesinler. boşuna güllü duvaklı hayaller kurma gülüm. mezara kadar götüreceğiz bu siyah noktalı gülüşlerimizi n’apalım!’ yüzüme baktı inadına iyice gerdi alt ve üst dudağını otuz iki dişini göstermek için. zaten bende kala kala yirmi sekiz diş kalmış kıllanıyorum gıcığa. neyse baktım bi de ne görim inci gibi parlıyor haspamın dişleri.
’kız dilo bunlar ne? hangi fırçayla cilalattın yavrum¿’ güldü ’anlatırsam dalga geçmek yok ama!’. ’kız yok ne dalga geçicam deli misin. namussuz doktor bile hakkından gelememiş tazı dişlerimin bu ne diyor’. dilo ise kıvırtıp at gibi kişneyip duruyor karşımda. bi naz bi çalım sorma gitsin. doktorun diplomasının içine tükürmüş de gelmiş sanki -sıfatına tükürdüğüm doktor!-
’yok valla söylemem kusura bakma gülüm! bilmez miyim seni herkese reklam edersin şimdi!’
-ulan şerefsiz! hangi sırrını dışarıya verdim de böyle konuşuyorsun? hoşuna gidiyo demi beni yalvartmak!-
’annenin üstüne yemin et kimseye söylemeyeceksin ama!’
-lan manyak annem odur sağ! annemi ne karıştırıyorsun işin ìçine deli midir nedir! söyleme kız söyleme! söyleyen şurdan şuraya adım atmasın!-
’off iyi ya söylicam çatlama uyuz!’
-yedi sülalemin anasını ağlattın be! utanmadan bir de çatlama diyorsun yazıklar olsun sana! ben de seni insan bilmiştim-
’hop dedik! ayıp oluyor ama!’
-yalan mı?-
dilo böyle uzun bir süre anlatmakla anlatmamak arası gitti geldi. sonunda suratımın asıldığını görünce pes etti. kıvırta kıvırta da olsa kerpetenle söküp çıkardım azı dişlerinden sihirli sözcükleri.
’kız kırk yıl düşünsen aklına gelmez bu icadım yeminle’
-kıvırtma da söyle bakalım neymiş o guinness rekorlar kitabına girecek müthiş buluşun.
’kız bizim tencereleri parlattığımız şu bulaşık teli yok mu? bi gün tencerenin dibi tuttu. annemden yediğim fırçanın siniriyle tencereyi kalaylarken aklıma geliverdi aniden. dedim bu zıkkım bunu temizliyorsa benim dişlerimin hakkından da gelir kör olasıca! tencereyi öyle lavaboda bıraktığım gibi koştum banyoya. kalan şu telle de kendi işimi görim dedim bari. annem peşimden koştu geldi kapıyı tekmeledi de açmadım. ’dilo aç! dilo kız kime diyorum aç kapıyı!’ ben de tık yok tabi. garip anam ona kızıp kendimi kapattığımı düşünüyor n’apsın. kim bilir intihar edeceğimi falan düşündü heralde. ’güzel annem git başımdan işim gücüm var!’ diyorum yok karı bekçi kesildi kapının ağzında kuş uçurtmuyor. ’yoww ana küveti temizliyorum rahat bırak beni’ diyorum hatun iyice huylanıyor. ’daha dün temizlediydin kızım sende bi haller var bak korkutuyorsun yavrummm! hadi aç bak valla babanı çağıracağım ha! gelsin de tartaklasın seni dünya kaç bucakmış görürsün o zaman!’ hey güzel allah’ım bi ağız tadıyla hacetimizi de gideremiyoruz iyi mi? coğrafya dersinde öğrendiğim koordinatlar yetmedi bir de babamın ve allah’ın unuttuğu hangi köy-bucak varsa başıma bela oldu. karıya bak be! küveti temizle bir de işin yoksa. bir elimde tel. bir elimde cif. ayaklarımdan terler boşalıyor. annem de sıralayıp duruyor hãlã kapıda. elim ayağıma dolaşmış. bi yandan anneme mi yetişim. küvete mi? yoksa dişlerimde paslı vagonlara benzettiğim siyah noktalara mı? hangi birine yetişim şaşırdım kaldım. annem baktı benden köy-kasaba olmaz kapıyı yumruklamaya başladı sonra. cam zangır zangır titriyor nerdeyse tuz buz olacağız beraber. benim etim ne budum ne! annemi biliyorsun yüz kilo basıyor. su aygırı gibi eli de ağır bizim hatunun. bazen babamı bu ağırlığın altında düşününce hergün yataktan sağ çıktığına şaşırmıyorum dersem yalan olur. ee napim haksız mıyım ama sen söyle!’
-eee sadede gel sonra? valla baydın ha!
’e ki e işte. zar zor ufak sıyrıklarla işimizi gördük. annem bir iki yumruk boşluğa sallayıp hedefi tutturamayınca tabi iyice kudurdu sinirinden. bizim komşuya zor attım kendimi valla. dönünce kafama fırlattığı terliği kapıya çerçeveletmiş gibi bir hãli vardı ki görecektin hãlã burnundan soluyordu. kadının gönlünü almak için mutfağa girdim. bütün hamaratlığımı sergiledim. bi tepsi kol böreği açıp, bi de kakaolu kek fırına sürünce anca yumuşayabildi!’
-ufak at da civcivler yesin. çoban salatasını doğru dürüst yapamıyorsun kız sen hangi ara hamur açmayı öğrendin yavrummm!
’ulan istesem sofrayı öyle bir donatırım ki şaşarsın!’
-tabi tabi ne demezsin!
’aha da bak buraya yazıyorum. haftaya gel bize sana on çeşit pişirmezsem şerefsizim!’
-lan yürü git! sallama niyazi’yi de geçtin sen bakıyorum.
sevgili h. dilo’yla olan bu sürtüşmemiz ne kadar sürdü bilmiyorum. onun dişlerindeki beyazlığı avuçlayıp hemen eve getirdim. doğru mutfağa koştum. hay aksi! evde de misafir vardı. annemin başı kalabalıktı ’kızım gel bi işin ucundan da sen tut!’ dedi hiç oralı olmadım. dedim hazır ağır misafir takımı gelmişken dişlerimi parlatim de rahat rahat gülerim karşılarında belki bizim de bahtımız açılır. anneme çaktırmadan birkaç bulaşık telini koparıp dilo gibi banyoya kapaklandım. kapıyı üstüme kilitledim. neyse ki annemin bana laf yetiştirecek vakti yoktu. misafir odasında puflu koltukta oturuyordu halihazırda kadıncağız.
ah o güzel cafcaflı misafir odaları. koltukların pufu inmesin diye çocukların yüzüne kilitlenen kapılar. yirmi dört taksitle zar zor alınıp misafirden misafire masaya senede iki hadi bilemedin üç sefer yan yana dizilen ünlü kütahya porselen yemek takımları. kristal bardaklar. jumbo tencereler. aksu tombul çaydanlık...çatal-bıçak setleri. ben çinko tabakta yerken siz nerdeydiniz gözüm! her hafta kullanılmayan yüzünüzün tozunu alır, parlatırdım. her ay o ikinci elden olma, eski saray koltuklarına benzer oymaların arasına şişe sarılı ıslak bi bez geçirip bin küsürlü işlemeye yaktığım ağıtlar ve ah’ları düşündükçe içim sızlar hãlã bugün. koltukların pufu muhtemelen yokluğumda da hiç bozulmamıştır. yüz yirmi metre karelik çöl gibi evde n’apılır ki? bir baş bir traş annemle babam kalakaldılar duvarlarla bir başına. babam uyanır uyanmaz açmıştır gene alaturka teyibin kısık sesini. rençber’in yanık sesinden dinlemiştir kafasını iki yana sallayıp dılo dılo’sunu. ah anne şimdi yanımda olsaydın evin halini görseydin suratıma tükürürdün belki. çok affedersin evi bok götürüyor bok!
dişlerimi telliyorum. epey bi kurcalamış olacağım ki tuhaf bi karalık birbirine bulandı. ya bu tel adiydi. ya da dilo bana püf noktalarını anlatmayı unutmuştu. neyse dedim fırçalarsam geçer. diş etlerimi kanatana dek baya bi uğraştım namussuz çıkmıyor. tersine gitgide karardı. dilo yanımda olsaydı saç başa girişirdik heralde. ulan bu oruspununki inci gibi parlıyordu ben niye böyle vampirlere döndüm! diye söyleniyorum kendi kendime. zifte koyup çıkarmışlar gibi vahim bir haldeyim anlayacağın. şu ünlü vampir serilerinin aranan katili gibi ne idüğü belirsiz profilimin aynada yirmi sekiz dişinin karalar bağladını görünce, kerpeteni elime geçirip kökünden söküp atmak istiyorum o derece dünyam ters dönmüş. ben de dilo gibi kan ter içinde kıvranıyorum. ulan dilo senin aklına sıçim emi! lan kuş beyinli dişlerin bulaşık teliyle cifciflendiği de nerde görülmüş? hadi onun şansı yaver gitmiş. lan gerizekalı sen ne diye her şeyin üstüne atlıyorsun mankafa! aklını peynir ekmekle mi yedin hadi çocukken ekmek çökelek çok tükettin anlıyorum da katır kadar kız oldun az çok bi şeyler biliyorsun dilo’nun aklına ne uyuyorsun sıpa!
böyle uzun bi süre söylendim durdum. annem içerden seslenince çıkmak zorunda kaldım tabi. misafire de ayıp olmasın ’evin genç kızı tenezzül edip yanımıza gelmiyor hele bak bak kız sakinaz ne ayıp! hey allah’ım ne günlere kaldık!’ ve buna benzer bir takım dedikodu kazanlarını fokur fokur kaynatıyorlardır şimdi bizim hatçe teyzeler. bu vampir dişlerimle kimsenin yüreğine indirmesem bari. yerin dibine geçeceğim ama ne fayda dudak altından, dişlerimi göstermeden konuşurum artık n’apalım. öncesinde mutfağa gidiyorum. vücudumdan dökülen tuzun dilimi dudağımı nasıl da kuruttuğunu farkediyorum. gözüme coca cola şişesi çarpıyor hemen normalde cola’nın yüzüne hasretiz. o da misafir gibi senede iki üç kere numunelik sofraya konulan mamüllerimizden! bi bardak doldurup içiyorum hiç değilse çıkan tansiyonuma belki bi faydası dokunur. ulan dilo senin sıfatına tükürim! sofrayı donatsan n’olur kızım beni maskara edip bıraktıktan sonra! yemişim senin sofranı!
yine banyoya dişlerime bakmaya gidiyorum son durumlarında herhangi bi değişiklik var mı diye. insan dara düşünce tanrı yardım ediyor bazen demek ki. ya da kola’daki asite mi borçluyum bu mucizeyi. dişlerim dilo’nunki gibi bembeyaz olmuş bakmaya bile kıyamazsın. oh dedim içimden dünya varmış! arada bir gelip gittim banyoya mucize bozuldu mu yoksa yerinde duruyor mu hãlã diye. yok büyünün bozulduğu falan yoktu koca karı yöntemleriyle sağlık problemimiz çözülmüştü. dilo’nun dediği kadar varmış gerçekten. içimden bu sefer de dilo’ya bildiğim bütün duaları ettim. ’dilo biliyorsun kızım ağzımız bozuk ama yüreğimiz temiz bizim bende yalan yok! sana başta çok küfür ettim. ana avrat dümdüz saydım. ama sonra da çok dua ettim ’allah ne muradı varsa versin, tuttuğunu altın etsin!’ dedim. daha bir sürü duayı da inci gibi boğazıma dizdim yüzüne haykırmak için’. dilo güldü bi şey demedi ’tabi tabi bilmez miyim seni!’ sinden başka söyleyecek bir şeyisi yoktu garibanın. sarıldık birbirimize sonra ayrıldık. iki ay falan sürdü bu beyazlık. sonra tek tük siyah noktalar patlak verdi yine ağzımın çürük yerlerinde. dedim ’tövbe et kızım şeytana uyma sen!’
işte böyle sevgili h. hani nicedir susuyorum. en iyisi "şeytan aklıma diğer seçenekleri koymadan" ben gidim. gregs tagebuch’daki gibi "alles käse!" bizde de.
kendine iyi bak!