- 1212 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Yaprağın Tozları
O öldü Ceren
Bin dokuz yüz doksan yedi Ekim’de ikimizin ayakları ucunda gidip gelen söğüt yaprağı. İnce ve kuru... Kedinin şaşkınlıkla, heyecanla yakalamaya çalıştığı, bizi güldüren ve birbirimize bakmamızı sağlayan... Yerdeki çakıl taşlarına sürtünerek çıkardığı o müthiş sesle öldü. Biz O’nu ölürken hayranlıkla izledik Ceren. Parçaları un ufak oldu ve etrafımızdaki boşluğa savruldu. O an derin bir nefes aldım. Tozları burun deliklerimden içime girdi. Boğazımda durdu ve yutkundum. Akciğerime ve kalbime kondu.
O öldü Ceren
Birden bire ölen şeyler gibi öldü. Dünyayı ve şahit olduğu her şeyi bize bırakarak. (Kendine bin yıldır dokunan rüzgarı, eski güneşleri, kedinin şaşkınlığını, ispinoz seslerini...) Sen de benim kadar iyi hatırlıyor musun peki? O yaprağın tozları senin yüzündeydi ve senin saçlarındaydı. Benim kalbimi dolanan, kökünden kendi ucuna taşıdığı öz’le, içimde incecik bir ses gibi var olan... Belki benim bir bakışımla ya da başka şeylere dokunmamla kainata saçılan mis kokulu yaprağın tozları.
O öldü Ceren
Yanımızda öldü. Kanserli bir hasta gibi baktı gözlerimize. Sustuğumuzda korktu. Ve umudu incindi. Ve savaştı belki. O’nu asla suçlayamazsın! Ama biz savaşmadık. Güçsüzdük Ceren. Birbirimizden yardım istedik ama birbirimize yardım edemedik. (Peki biz kimlerin ayak ucunda gidip geliyorduk Ceren?) Çaresizce, birbirimiz arasındaki boşlukta savrulurken.
O öldü Ceren
Artık yağmura ihtiyacı yok. Artık hiçbir şeye ihtiyacı yok. O’nu biz öldürdük. Zihnimizde yıllarca yaşatmak için. Kendimizi var etmek için güzel şeyleri öldürdük. Biz bitmiştik oysa. O yaprağın tozlarını yuttuk ve gittik. Yakıp yıkarak, öldürerek, darmadağın ederek çekildik. Birbirimizden...
Biz o gün öldük Ceren
kıyıdaki adam