0
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
868
Okunma
Sen Hayatımda Ne Çok Şeysin (Mektup – 1)
– Kazım Demir
Bugün yine her zamanki gibi erken uyandım.
Elimi yüzümü yıkamadan önce balkona çıktım.
Bilirsin, yükseklik korkum var.
Yine de eğildim balkondan —
Hayır, korkma!
Kendimi boşluğa bırakmadım.
O gıcırdayan eski sandalye var ya —
Hani annenler mobilyalarını değiştirince
bize vermişlerdi…
Diğerleri çoktan odun oldu.
Bu hâlâ direniyor.
Miladını doldurdu ama ne yapalım,
ihtiyacımız var.
Balkonun serinliğine,
sabah işe koşuşan insanların telaşına bakmaya…
Elimi yüzümü yıkadım.
Çayı ocağa koydum.
Yine aynı sandalyeye oturup seyir daldım.
Sen olsaydın şimdi,
çayın demlenme süresine bir iki sigara sığdırırdın.
Ben sigara içmem.
Çayı severim.
Ama yine de
yanıldım.
Tepsiye iki çay bardağı koymuşum fark etmeden.
Bu meret yalnız içilmiyor ki.
Hani bir iki cümlecik sohbet…
Olmasa bile yanında oluşun…
Sen şimdi yanlış anlayacaksın biliyorum.
Ama sana çay doldurmaktan keyif alıyorsun sen.
Hiç şaşmazsın,
ne eksik ne fazla,
hep tam benim sevdiğim gibi ayarlarsın.
Şimdi şu hâlimi görsen kesin dalga geçerdin.
Bir kızıyorum kendime:
Demi fazla oluyor, ya da çok eksik.
Bazen şekeri bile atmayı unutuyorum.
Anlayacağın, çayın bile tadı yok sensiz.
Birden aklıma geldi —
çayı ocakta unutmuşum!
Koşa koşa mutfağa gittim,
suyu tükenmiş,
birkaç damla dibinde çırpınıyor.
Hemen yenisini koydum
ve tekrar yazmaya döndüm.
Merak etme,
kızımız bugün çok iyi.
“Babacığım” diyor.
Bir bilsen,
ne çok hoşuma gidiyor…
Mutlu oluyorum.
Oğlumuza gelince,
arada gelip beni gülümsetiyor.
Ameliyatlı omzuma hafifçe vurup
bilgisayarın başına geçiyor.
Defalarca söyledim
“Omzuma vurma,” diye ama unutuyor hep.
Yine de…
ağrısına bile değer.
Çocuk bu.
Şekil böyle iletişiyor benimle.
Ağrıları saymazsak,
ben de mutluyum.
Eyvah!
Yine çayı unuttum.
Neyse…
Bu sefer kurtardım!
Şimdi sen bana kızacaksın:
“Tüpü bitirdin,” diye.
Kafanı yorma,
nasılsa yine borca aldım.
Ha, bu arada kızma ama…
Senin o özel bardağın var ya —
Bazen onunla içiyorum çayı.
Tadı daha güzel oluyor sanki.
Dudaklarının izi işlemiş bardağa.
Şekerden bile tasarruf ediyorum!
Karşı balkonda yine o mendebur kadın
dikilmiş bana bakıyor.
Anlaşılan çayı içerde içeceğim yine.
Oysa balkonun serinliği huzur veriyordu.
Neyse…
Göz hapsinden iyidir.
Biraz çıkmak istiyorum.
Yine mi? Evet,
Bey Mahallesi.
Tarihi yapılar…
Yaşanmışlıklar…
Ruhuma iyi geliyor.
Romanımın kahramanı var ya,
onun oturduğu evin çevresinde dolaşıyorum.
Elli yaşlarında,
gönül derdinden şaraba sığınmış bir adam.
Şairdi, şimdi şiire küfrediyor.
Roman yazıyor artık.
Tuhaf biri.
Kendi halinde.
Bir Antep evi var orada —
eski püskü, tek restore edilmeyen ev.
Üç katlı.
Girişin hemen üstünde oturuyor.
Tahta kapıya çıkan iki-üç basamak.
Kapının rengi yeşil mi, mavi mi —
karar veremedim.
Boyaları dökülmüş.
Arkasında bir A4 kâğıdına evin planı çizilmiş.
Sen şimdi geniş bir ev hayal edeceksin.
Bilakis:
bir buçuk oda,
bir mutfak,
bir tuvalet.
Buçuk oda?
Sadece bir yatak sığacak kadar.
Diğer oda ise —
yarısı kitap dolu.
Bir görsen,
yüzüme nasıl da renk geliyor kitapları görünce!
Birçoğu tarihî.
Hatta el yazmaları bile var.
Dikkatimi çeken kalınca bir kitap…
Dedesi yazmış.
Arapça.
Bilmiyorum.
Ama bilseydim çok isterdim okumayı.
“Çevirisi yok,” dedi.
“İşin erbabı kalmadı.”
Üzüldüm.
Kim bilir neler yazıyordur içinde?
Senin ilgi alanın değil belki,
ama ben anlatınca dinlersin.
Çünkü biliyorum:
Ben böyle şeyleri anlatırken
gözlerim ışıldar ya hani —
sen de o hâlimi seversin.
İlk seni gördüğümde de böyle olmuştum.
Heyecan sarar beni.
Sen şimdi diyeceksin ki:
“Ben tarihi kitap mıyım?”
Hayır.
Sen, tarihte yazılmış en güzel kitapsın.
Ve ben —
sana yazıldım.
⸻
Seni gördüm, çok şükür.
Gözlerindeki o sıcacık bakışı,
ellerini,
bana teslim ettiğin yüreğini…
Dilin susmuştu ama,
yüreğinin dili konuşuyordu.
Biliyorum,
seviyorsun.
Ve ben…
seni her şeyden çok seviyorum.
5.0
100% (1)