3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1405
Okunma

Ihlamur kokusuyla uyandım bugün. Oysa ne bir ıhlamur ağacı ne de çaydanlıkta demlenen ıhlamur çayı vardı. Ayaklarım istemsizce yürüyüp mutfağa yöneldiğinde altı kapalı ocağı baktım, ağaçsız fakat yeşilliklerle dolu bahçeden yükselen serin kokuyu çektim içime. Hava kapalı, muhtemelen gözyaşı dökecek gökyüzü, toprak sevdiğini kucaklayacak, Van Gölü istisnasız her ikisini de basacak bağrına.
Hafifçe esen yel uzaklardan tanıdık bir şarkının melodisini getiriyor. Sobanın üstünde kaynayan sıcak suya ıhlamur atıyor dedem. Zigana eteklerinde kemençenin tellerini titretiyor yaş almış karaçamlar. Ellerinde doksan yıllık hayat çizgileri beliren dedemin toprağının kokusunu getiriyor keskin, merhametli Doğu rüzgarı. Ocağın altını yakıyorum bir süre sonra. Kaynayan suya ıhlamur bırakıyorum yavaşça. Sonra altını çizdiğim satırlar gibi aklımda kalan anıları okuyorum sesli kimi vakit bağırarak.
Yaşamanın acımsı fakat vazgeçilmez bir tadı var. Kuru gürültüleri, bezgin suratları yıldırsa da inanılmaz bir şey nefes almak. Sanırım ölüm denen o son otobüs bu inanılmaz şeyin değerini öğretmek için var oldu. İnadına yıkamadığımız öfkelerimizin, olabildiğine kendimizle bütünleşen ön yargılarımızın ne kadar önemsiz olduklarını göstermek için sunuldu insana.
Tuhaf…
Bu anı daha önce yaşamışım gibi. Burun deliklerime yerleşen ıhlamur kokusu, ayaklarımda koala terliklerim, hafif aralanmış pencereden sızan rüzgarın açık kalmış defter yapraklarını çevirişi…Daha önce olmuş gibi hepsi. Bunlar bir hayal, bilinçaltımın oynadığı bir oyun olsa da belki on belki de on beş yıllık o soba, üzerinde kaynayan ıhlamur çayı, fesi başının bir kısmında duran ak sakallı gamzeli dedem koca bir gerçek. Hepsi aklımda. Unutmak mı?
Yağmurun sesi şimdi de, camı tıklatıyor. Hadi kalk ben geldim der gibi. Uzanıp avuçlarımda topluyorum toprağı kıskanarak. Sonra yüzüme değiyor damla damla tebessüm içinde. Rengimizi yitirdiğimiz şu üç günlük dünyada bile huzur veren ne çok sesi var doğanın. Uzansam bir adım göğe değecek parmak uçlarım, iki adım ilerlesem ayaklarım suya. Aykırılığı, savruk bir eda ile hınca hınç dolu olan belleğimde sızı veren birkaç anıyı silsem her şey daha güzel olacak, kim bilir?
Yitik, kenarda köşede can çekişen birkaç hatırayı un ufak ediyor şimdiki “iyi ki” ler. Oysa yine de arınmıyor insan hiçbir günahından. İçindeki mahkemeden beraat edemiyor hiç kimse gerçek dünyada aklansa da.
Çayımı yudumluyorum. Buğusu doluyor ciğerlerime. Tadında asla tanımlayamadığım bir şey var. Kokusu eksilmeyen albümleri açtırıyor. Hem acı hem de dolu dolu özlem var her birinde. Bazen kendime kızıyorum doğrusu.Ne diye bu kadar ağırlığı yüklenip de gelmişim diye. Sonra toparlıyorum kendimi ve hep bir soru eşliğinde “Acısız yürünen yol ,yol mudur ; yorulmadan varılan yer ,yer midir? Diye.
Aklımda sonu birbirini tutmayan öyle çok masal var ki. Tekrar tekrar içimden söylediğim öyle çok şiir.Hep bir şeylerin telaşı nefes nefese bıraktı fakat her şeye rağmen sandallar batmadı henüz, umutlar eksilmedi.
Son yudumda bile kokusunu yitirmedi ıhlamur. Son yağmur damlası düşmedi toprağa ve son insan kalıncaya kadar dünya kalabalıklığını yitirmeyecekti. Nisan yağmurları mayısa bıraktı yerini. Şimdi ıslanma vakti. Çünkü üşütmez bu yağmurlar biraz hüzünlendirir o kadar.
Bir damla gözyaşı bırakır ardına ve onda bile toprağı sevindirir insan.
N.K
ERCİŞ- 03.05.2016
" Ihlamur kokulu bahar,sanadır."