4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1703
Okunma

HIZIR ALEYHİSSELAM ’la GÖRÜŞME
Bir çılgınlıktır hayat , mecburiyetten . Öyle ki, bilinçler durur, akıllar donar ,hafızalar yiter, akıp gidersiniz o derin çukura çaresiz. Doğru nedir , hata mıdır her içten serzeniş, bilinmez. İnanç hep olmuştur ama ispatı var mıdır, yoksa masum zihin oyunları mıdır , beyin kıvrımlarında dolaşan yalancı hareler ?
Aylardır hayal kuruyorlardı iki gerçek dost . Maaşları alınca Beyoğlu’na gideceğiz, Çiçek Pasajında içeceğiz, kadınlarla eğlenip, gezip tozacağız diye. Biri genç bir Teğmen di, öbürü Tarım İl Müdürlüğünde yeni bir memur. Aldıkları azıcık maaşlarından üç yüzer lira ayırıp, bu gezide dibine kadar harcayacak, biraz boş vereceklerdi Felek’e inat. Sıcak bir Cumartesi öğleninde yola çıkmışlardı otobüsle, Lüleburgaz’dan İstanbul’a doğru. Neşe doluydu ikisi de. Akşama az kala oturmuşlardı Çiçek Pasajı’nın Kime Ne Meyhanesine. Madam Anita’nın akordiyonu çalar da, söylenmez mi en güzel şarkılar hep birlikte. Buzlu rakılar kadeh kadeh boşalırken , yan masadan gelen meyve tabağı , sonra da o masaya gönderilen bir ufak Yeni Rakı, alemin derinliklerinde kaybediyordu onları . Özlemişlerdi , mutluydular, uçuyorlardı engin denizlerin köpüklü dalgalarının üzerinde. Çingene kemancının son çigan nameleriyle kalktıklarında , saat gece yarısını bulmuştu. Şef garsonun tavsiye ettiği otele , düşmemek içim kol kola girerek gidebilmişlerdi. Kadın arkadaş isterler mi diye soruyordu otelci. İstemez olurlar mıydı hiç, yirmi üç yaşında olup da dünyadan bir tatlı huzur almaya gelmiş iki sıkı delikanlı. Önce karşılıklı iki oda kiralayıp tam duştan çıktıklarında, kapılarını çalan iki güzel hanımı odalarına kabul etmişler ve cennete doğru yolculuk başlamıştı.
Pazar sabahı yorgun ama mutlu bir mayışışlıkla uyanıp ,kadınlarla vedalaştıktan sonra , Lan Gevur, bende para bitti, demişti Teğmen. Aman abi, bende de hiç para yok. Bizim maaşlar Pazartesi günü yatacakmış. Cebimde birkaç lira vardı onu da kadına verdim . Resmini gösterip ağladı ,hastaymış çocuk. Sen ne diyorsun Gevur, Allah’ıma yandık o zaman.
Yürüyerek Taksim’e çıkıp ,Atatürk Heykelinin önündeki banka oturmuşlardı. Ceplerinde kalan son bozuk paraları oturdukları bankın ortasına dizmişler , gülüyorlardı. Kalan para ile iki simit alabilirler ve otobüs ile Topkapı Otobüs Garajına kadar gidebilirlerdi. Ama Lüleburgaz’a gidebilmek için otuz liraya ihtiyaçları vardı. Çıtır simitlerden büyük lokmalar kopartırlarken yanlarına gelen sokak köpeğine de, kalanını elleriyle yedirmişlerdi ki, onlara yaklaşan nefes nefese kalmış yaşlı adamla göz göze gelivermişlerdi. Son simit parçasını ona uzattıklarında adam teşekkür ederek ağzına iştahla atıvermişti. Adam , Aksaray’a nasıl gidebileceğini soruyordu. Ona otobüsün durakta beklediğini söyleyerek ,yerini göstermişlerdi. Yorgun adam o tarafa hiç bakmayarak, bana siz yolu tarif edin çocuklar, yürüyerek gideceğim, diyordu. Şaşırmışlardı. Çok uzak Aksaray, yürüyemezsin baba demişlerdi. Sonra sormuştu Teğmen, siz nereden geliyorsunuz? Sarıyer’den , diyebilmişti ihtiyar. Kızıma gelmiştim . Hanımı geçen yıl kaybettim de. Ama el kapısı işte. Kocası beni istemedi . Şimdi de öbür kızıma gidiyorum , Aksaray’da oturana. Yürümeliyim çocuklar , anlıyorsunuz değil mi? Tamam babacığım seni anlıyoruz , gel otur şöyle aramıza, karnın da açtır senin . simit yer misin? Adam başını yukarıdan aşağıya sallayarak utangaç bir evet diyebilmişti. Aralarına dizdikleri bozuk paraları acele ile toplayarak adama yer açmışlardı. Sonra kalan bütün parayı adama uzatarak , onu biraz dinlendirdikten ve simidini yemesini bekledikten sonra Aksaray otobüsüne bindirerek yolcu etmişlerdi. Yürü lan Gevur Osman , dün gece bol keseden bahşiş verdiğimiz çiçek pasajındaki şef garsona gidelim. Belki o anlar halimizi . Bir tanıdığa da rastlayabiliriz ,kim bilir.
Umutsuz yürüyüşlerini İstiklal caddesine çevirip, içine düştükleri duruma kahkahalarla gülüyorlardı. Birkaç güzel kız bu gülüşlerine tebessümlerle katılmışlardı. Yaşadıkları o unutulmaz geceye dönmüştü sohbetleri. Ruhlarının en derin duvarına kazınan ne güzel bir rüya idi dün gece. Lan oğlum, ben böyle kadın görmedim. Acayipti valla. Bütün gece uyutmadı . İçimde ilik bile kalmadı yahu. Telefonunu da verdi üstelik , haftaya buradayım oğlum. Benimki de çok iyiydi be abi. Kral muamele yaptı doğrusu ama hasta çocuğu ile çekilmiş bir resmini gösterince içim gitti doğrusu. Bizim güneyin masum kadınları gibi giyinip çocuğuna sarılmış , çaresiz bir kadın. Kocası terk edip çocukla atıvermiş sokağa. İmam nikahı ile sonu böyle olur işte. Doğru mu yaptım bilemem ama cebimdeki parayı ona verdim . Ne dünya be abi.
O Pazar günü saat daha erken olduğundan fazla kalabalık değildi İstiklal Caddesi. Bu saatte açılmış mıydı acaba Kime Ne Restoran? Ne kötü bir durumda oldukları gelmişti birden akıllarına. Teğmen şef garsona yirmi lira bahşiş vermişti ama onlara yol parası olarak otuz lira lazımdı. İnsan verdiği bahşişi nasıl geriye isteye bilirdi? Bir daha ki gelişlerinde iki katını bırakacaklardı. Ya Allah’ım , ne olur bir arkadaşımıza rast getir bizi diye dua ediyorlardı. Oğlum cünüp değilsin değil mi? Olur mu abi boy abdesti aldım otelden ayrılmadan önce. Emek Sinemasının önüne gelmişlerdi. Biriken kalabalıktan bile medet umarak bir tanıdık yüz aradılar. Yoktu anasını satayım, koca şehirde İbo ‘cuğun piçi gibi kalmışlardı ,sırtı betona dönmüş düzelemeyen kaplumbağa kadar çaresizdiler.
Bu küçük kalabalığı az bir şey geçmişlerdi ki Teğmen, yerde bir yüz lira görmüştü. O zamanların en büyüğü , yüzlük banknottu zaten. Aklından geçen , birilerinin sahte parayı misina ile bağlayarak yere eğildiğinde çekeceği , şaka yapacağı olmuştu. Çevik bir hareketle paranın üzerine basıp , etrafına bakınmıştı . Misina veya onlara dikkat eden kimseler de yoktu. Olayı , onunla yaşayan Gev ur Osman eğilip, almıştı yerdeki parayı. Bu para ,o kalabalıkta kimseye görünmeden nasıl da yerde kalmıştı diye düşünürlerken ,iki metre ileride bir yüz liranın daha durduğunu görerek onu da yerden almışlardı. Rüya mıydı yoksa ? Ve üçüncü yüz lira da yine iki metre ileride duruyordu. Tam üç yüz lira olmuştu hiç kullanılmamış yepyeni paralar. Paranın birini , sahte olup olmadığını anlamak için bozdurmuşlardı. Hayır sahte falan değildi ve her şey yolundaydı. Ellerindeki Maraş dondurmalarını ısırarak neşe içinde yürüyorlardı.
Çiçek pasajına gelmişti irade dışı sürüklenen ayakları. Şef Hasan’ı görmüşlerdi . Merak ediyorlardı , bu parayı bulamasalar ne olabilirdi diye. Masaların kuverlerini hazırlatan Şef’e yaklaşıp , paramızı kaybettik, bize otuz lira verebilir misiniz ? diye sormuşlardı. Senden başka tanıdığımız hiç kimsemiz yok bu koca İstanbul’da. Hasan elini cebine atıp irili ufaklı bir avuç parayı masanın üzerine yığıvermişti. Bir yandan da parmakları ile bozuklukları sayarak üst üste koyuyordu. Bu para kuruşu kuruşuna otuz liraydı. Buyurun geçmiş olsun , üzülmeyin biz ne güne varız diyordu. Teğmen biraz önce dondurma alırken bozdurdukları paradan otuz lirayı ayırıp masanın üzerindeki paralara kattıktan sonra , şaşkınlığını gizleyemeyen Hasan’a sarılarak ona başlarından geçenleri anlatmıştı. Hasan ağlıyordu. Önce parayı almak istememişti Atmış lirayı iki delikanlı zorla cebine soktuklarında, ağlaması daha da şiddetlenmişti. İleride bir tabureye baykuş gibi tünemiş nemrut suratlı bir adama bakarak, Bu arkadaşa atmış lira borcum vardı ve bu sabah gelip hakaret ederek, paramı almadan gitmem diyerek çöktü oraya. Bilseniz şu an ne kadar mutluyum. Atmış lirayı verip onu yollayacağım. Lütfen oturun ve benim misafirim olun. Ama elinizi hiç cebinize atmayacaksınız. Nefis bir fener balığı kavurması yaptım. Yanında da birer duble rakı , kavun ve beyaz peynir olsun mu? Biliyor musunuz siz farkında olmadan Hızır Aleyhisselam ile konuşmuşsunuz. Kulun imdadına Hızır gibi sadece o yetişir. Sizin vesilenizle bana da yetişti . Sabahtan beri hakaretleriyle bana günümü zehir eden alacaklımdan kurtardı beni. Konuştuğunuz nur yüzlü ihtiyar Hızır Aleyhisselam dı gençler. Hızır Aleyhisselam dı.
E. Yaşar Ovalı 30 .04.2016