3
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1542
Okunma

“Merhaba Hocam,
Size bu mektubumu Kaş - Kalkan istikameti arasında, dalgaların ruhumu tahrik ettiği bir anda yazıyorum. Etrafımda yığınla insan, akın akın dökülüyor maziye.
Denizlerin berraklığı, kayaların dalgalara karşı asi duruşu, yılan balığının deniz ile sevişmesi… İçimde coşan bir şeyler var hocam.
İnsan, anlam bulamadığı şeylerden kaçarmış. Öyle diyorlar bizim köyün delileri!
Ben ise insanın korkusundan kaçtığını düşünüyorum. Öylesine korkak, yorgun ve karamsar kişilikleriz ki inanın bana, değil yedi bin fersah dolaşmak; evreni tavaf etsek yine de atamayız bu içimizdeki korkaklığı… Âdemoğlunun egoist bir ‘ben’ ile neler yapabildiğine tanık oluyorum. Aforizmalar içinde bizler neyiz hocam? Neydeki tını mıyız? Yoksa Vietnam’da kafaları ezilmiş çocukların gözlerindeki ince bir sızı mıyız?
Felluce sokaklarında taşlarla, sopalarla direniş miyiz?
Afganistan’da Molla Ömer’in, Irak’ta Saddam Hüseyin’in “Allah-ü Ekber” tekbirleri ile kesilen istikballer miyiz?
Bin Ladin’in dizlerindeki kızlar mıyız? Hücrelerde çürümeye mahkûm bırakılmış neferler miyiz?
Toplum içinde ezilmiş, kapana kısılmış intiharlar mıyız?
Solucan deliğinden hava almaya çalışan memurlardan mıyız? Yoksa göz ardı edilen yasalardan birer kukla mıyız?
Proletaryanın silikleşmiş sınıflamaları arasında burjuvazinin enikleri miyiz?
Biz kimiz hocam?
Sınıflarda salakça nefes almak için yaşayanlardan mıyız? Öğretmenlik adı altında, ezberden bozulacak bilgilerle; kendini avutan memur sınıf mıyız?
Yeni nesillerin umutsuzluğuyla kalemlerini kıran yazarlar mıyız yoksa kalemlerini satanlar mıyız? “Hayata bir defa daha mı geleceğiz” ilkesiyle içip sızanlardan mıyız?
Sokaklarımız da tecavüzler, bombalar, yıkanmış beyinler, robotlar gezerken?
Tanrı aşkına biz neyiz hocam?
Kafamı kaldırdığım da güneşin tam tepemde seyir ettiğini görüyorum. Şakaklarımda terler akıyor. 10-15 metre arkamda vızır vızır geçen araçlardan, uçarken çığlık çığlığa haykıran kuşlardan sıkıldım sanırım. Bakmayın bana! Ara ara karamsar düşüncelerle dalıp gidiyorum.
Oysaki hayatta uğruna yaşayacak birçok değerlerimiz var. Değer verdiklerimiz var.
Sevgilinin koynunda, ana rahminde kıvrılırcasına teslimiyetimiz var. Namazdan sonraki hoşluğumuz var. Yüzlerde tebessüm tarifelerimiz, gözlerde akacak yığınla yaşlarımız var.
Var da var anasını satayım! Yaşamak var güzel yürekli hocam.
Bana mesuliyetsiz diyorsunuz. Bu konuda yanıldığınızı düşünüyorum hocam. Çünkü sizler, beni sadece dışarıda gördüğünüz kadar tanıyabilirsiniz. Kendi şahsi mesuliyetlerimin farkındayım. Günlük rutin işlerimden dışarıya çıkarak, çevremdekilere farkındalık sağlamaya; sınırları aşabileceğimizi göstermeye çalışıyorum. En önemlisi de bunu kendime ispatlamalıyım. Önüme seçenekler koyan bu sistem, beni köleleştirmeye gücü yetmez.
Devrimler, ancak bireyselleştikçe hayat bulacaktır. Osho bu durumda “özdeşleşmekten kaçının” der. Bir bakıma katılıyorum bu aksakallı amcaya. Meditasyona dururken, kendimi dışarıdan izleyebiliyorum.
Kendimden uzaklaşıyorum. Ruhumu serbest bırakıyorum. Misafir gözler ile çevreme baktığım vakit fark edebiliyorum. Farklarım bana zihnimden nasıl ayrılabileceğimi öğretiyor. Evet, çok zor değil mi? Ama imkânsız değil hocam.
Freud dedem der ki “insan asla gerçek mutluluğa ulaşamayacaktır”. Bu hususta cinselliğe değinmeden size kendi fikrimi söyleyeceğim. Freud amcamın atladığı bir şey var. Zihin ne kadar aldatmaca ve kopyacıysa; bir bakıma da sahtedir. Sahtelik içinde mutlulukta elbet sahte olacaktır. Gerçek, ancak doğallıktan doğar. Zihinden tamamen soyutlanarak öz benliğe ulaşınca fark edilebilir. Zen keşişleri savaşarak zihne hükmetmeye çalışıyor. Ben bu konuda onları saçma buluyorum. Savaşmak, ancak bir alevi güçlendirir. Bizim öğretimiz aleve, rüzgâr olmaktır. Egomuzu, nefsimizi, cinselliğimizi -zihnimizi- severek bilhassa saygı duyarak hükmetmektir.
Evet hocam! Benim neslim sevişmeyi, ahlak dışı görüyor. Sokakta bir kadını dövebiliyorsun ama öpemezsin. Bir kadını, çocuğunun yanında dövebilirsin ama öpemezsin. Ahlak dışılık saçmalıktır. Sevişmede ki o özgürlük öyle değerli ki hocam. Beni ancak çıplak vaziyette denize girdiğinizde anlayabilirsiniz.
Bizler yaşın başta olduğunu savunanlardanız. Tanrının avuçları içinde can bulan; kozasından kurtulmaya çalışan kelebeğin dramını, ana rahminden kopmaya çalışan âdemoğlunun üzüntüsüne değişmemeliyiz. Avuç içlerimiz haritasız olmalı… Mektubum buraya kadardır. Yazmak isterseniz bana mektup formatında her şeyi açık açık yazabilirsiniz. Kaçma isteğinizi evvela ruhani boyutta gerçekleştirmelisiniz.
Dilerim gönlünüzce öğrencileriniz olur.”