4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
702
Okunma
İçimdeki bir dürtü bana on beş dakikan da olsa yaz bir kaç cümle diyor. İçinde dışarıya çıkmak
için öne doğru atılan sözcüklerin dizginini salıver. Mümkün ise tabii bu böyle eğersiz, semersiz
vahşi, ya da özgür bir at gibi sayfada koşuşturmak. Koşarken de fincancı katırlarını ürkütmemek.
Bu yazmak duygusu az önce şiirime yorum yazan bir arkadaş verdi. Size yetişemiyorum dedi, çok
yazdığımı ima ederek. İçimde dışarı çıkmaya yelten öyle kümelenmiş şiirsel tümceler var ki der
gibi otursam her an şiir yazarım dedim. O anda neden hemen yazmıyorsun geçti..
Oysa yazmaktan çok eylem gerekli bana da, herkese de. Anneme dün de gidemedim. Acaba beni
çok beklemiş midir? Uyuklarken bir ara gözlerini açtığında beni göremediğine üzülmüştür. Bu kız
yoksa yine Ankara’ya mı gitmiştir demiştir. Karşı kanepede aynı kendisi gibi uyuklayarak sözde
dizi seyretmeye çalışan, tespihi yere düşünce uyuduğunu anlayan dayıma seslenmiştir:
- Sırrı yoksa bu kız, yine Ankara’ya mı gitti. Sana bir şey söyledi mi?
Gözlerini kırpıştırarak açmaya çalışan dayım:
- Öyle bir şey söylemedi ama.. bilmiyorum ki abla.. belki de gitmiştir..
Saate bakıyorum saat sekiz. Anneme gitmeliyim. Bu yazıya ayırdığım süre doldu. Annem ve dayım
yemeğini yemiş, karşılıklı kanepelerdeki yerlerine oturmuştur.
Şiirsel bir şeyler yazmak istiyordum.Anne sözcüğü başlı başına bir şiir değil mi? Bilirim ki ona kahve
yapıp birlikte içerken konuştuğumuz bir kaç cümlelik konuşma, ona ilgimi, sevgimi duyumsatmak
bile annemi mutlu ediyor. Sahi annemin mutlu olduğunu hissedecek başka ne nedenleri var?
Madem ki annemi düşündürdü en çok. Gitmeliyim..
Yazının başlığı annem olsun mu?
12. 04. 2016 / Nazik Gülünay