11
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2556
Okunma


Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanını geç de olsa okumam oldukça iyi oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki her ne kadar şöyle roman okuyorum, böyle okuyorum desem de kendimi kandırmaktan başka yaptığım bir şey yokmuş. İnsan okumadığı romanlar hakkında da bilgi veremez ki. Gerçi bazıları vardır mangalda kül bırakmazlar. Bilmedikleri halde senin yedi ceddinin seçeresini bile çıkarırlar.
Bir romanı okumadığın halde başkalarının yorumları ile romandaki karakterlerle kontak kurmaya ne kadar çalışırsan çalış, bence duygular somutlaşmıyor, bir yerde boşluk kalıyor illa ki.
İşte böyle bir ruh haliyle romanı bitirdiğimde on altı yıldır içinde ekmek kavgası verdiğim bu şehri(Ankara) gözlerimin önünden flim şeridi gibi geçirdim. Nereden nereye dedim doğrusu.
Olayın geçtiği mekânlar arasında dağlar kadar uçurum var. Şimdi ki Keçirören nerde o zamanki Keçiren nerde? Samanpazarı, Yenişehir, Kavaklıdere, Çankaya, Akköprü romanın yazıldığı tarihe göre adeta dağ köyünden bile farksızmış. Kalenin eteklerinden bakıldığında alabildiğine dağlık tepelik bozkır. Roman, üç bölüm(Kurtuluş Savaşı- Cumhuriyetin Kuruluş dönemi- Cumhuriyet sonrası) olarak değerlendirildiğinde her bölüm için farklı konumda ele alınmıştır.
Romandaki baş karakter Semra Hanım. İstanbullu zengin bir ailenin kızı. Banka memuru Nazif Beyle çiçeği burnunda yeni evli bir bayandır. Nazif Bey’in tayinin Ankara çıkmasıyla yaylı araba ile günlerce ve zorlu yolculuğun ardından İnebolu’dan Ankara’ya gelirler. Keçiören’de Ömer Efendi’nin evinde kiracı olarak kalırlar. Zaman; Milli Mücadele Zamanıdır. Atlarla ve eşeklerle ulaşım yapılmaktadır. Atı olan birine zengin gözüyle bakılır. Yerli halk ile Ankara’ya gelen memurlar arasında derin uçurumlar vardır. Yerli halk dışarıdan gelenlerin yaşam biçimlerini oldukça yadırgamaktadırlar. Düşmanın ayak sesleri Ankara’ya kadar gelmiştir. Toplum çok değişik bir kategori çizmektedir.Milli Mücadeleye duyarlı insanlar olduğu gibi sanki bu olup bitenler normal bir şeymiş gibi gündelik işlerden burnunu kaldırmayanlar da vardır.
Semra Hanım ailesi yeni komşularla tanışır. Milletvekili Murat Bey ve miralay Hakkı Bey’dir. Semra Hanım, Hakkı Bey’le birlikte at sırtında Keçiören ve Etlik sırtlarında gezintiler yaparlar. Milli Mücadele hızlanmıştır, Hakkı Bey, cepheye giderken Semra Hanım da vatan aşkıyla cephede hemşire olarak görev alır. Doğal olarak da Hakkı Bey’le gönül ilişkileri başlamıştır. Sakarya Savaşı kazanılmış, düşman denize dökülmüş Cumhuriyet kurulmuştur.
Semra Hanım, sönük geçen evliğinde mutlu değildir. Nazif Bey’den ayrılır. Hakkı Bey’le evlenir. Hakkı Bey de askeriyeden ayrılmış, sivil hayatta ticarete atılmıştı. Hakkı Bey, ikili bir karakter çizer. Askerken farklı, sivilken farklı. Sivilde ticaret hayatında oldukça bencilleşmiş Semra Hanımla aşkı saman alevi gibi sönmüştür. Parayı görünce araya başka kadınlar girmiştir.Cumhuriyet döneminde ülke yavaş yavaş sanayileşmekte, Ankara’da mantar gibi büyük binalar yapılmaktadır. Su ve elektrik projeleriyle 150 bin nüfusa yetecek imkânlar sağlanmaya çalışılmaktadır.( Şimdi ise nüfus beş milyon.) Halktan kopuk yeni palazlanmaya başlayan burjuvazi tabakası, savaş sonrası fırsatçılığı ile aşırı zengin olmakta ve gece hayatında günlerini gün etmektedirler.
Semra Hanımın önceden tanışmış olduğu mebus Murat Bey bile mebusluktan ayrılıp inşaat sektörüne el atmış, kısa zamanda sayılır zenginlerden olmuştur. Halk hala at ve eşek sırtında çile çekerken yeni bir burjuvazi tabakası türemiş, geceleri baloların vazgeçilmez duayenleri olmuşlardır.
Semra Hanım’ın Hakkı Bey’le de evliliği fazla sürmez. Ondan ayrılır yazar Neşet Sabit’le evlenir.
Neşet Sabit’le yaşantısı Cumhuriyet sonrasını kaplar. Neşet Bey, sosyal birisidir. Oynadığı ve yazdığı tiyatroya bile Atatürk izleyici olarak gelmiştir. Ülke her alanda kalkınma hamlesiyle eski yoksul günlerinden kurtulmaya çalışır.
Semra Hanım, çalkantılı bir yaşamını Neşet Beyle ihtiyarlayarak devam ettirirler.
Romana bakış açım:
Bence roman, akademik bir gözle yazılmış, sıradan insanları değil de yeni palazlanmaya başlayan burjuvazi tabakasının hayatını yansıtırken mekan olarak Ankara enine boyuna işlenmiş, ayrıca Cumhuriyeti övme açısından didaktik, biraz da tarihi bir özellik verilmiştir.
Beni en çok şaşırtan 1920 yıllarındaki Türk kadının ne kadar cesur, vatansever, ezilmeyen ayakları üzerinde kalmasını bilen bir yapıda olmasıdır.
Bugünlere baktığımızda inadına kadınlarımız kafese sokulmaya, yurttaşlık bilincinden uzaklaştırılıp erkeğe biat hale getirilmeye çalışılırken bu romanı okuduğumda nereden nereye diyesim geliyor.
Bir sonraki romanlar olan Y.K. Karaosmanoğlu’nun Panorama, Sodom ve Gomore, Kiralık Konak’la birlikte olmak üzere sağlıcakla kalın, fazla yazıp çizmelerde değil(!), iyi okumalarda kalın.