0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1069
Okunma

Sonbahar, ah bu sonbahar yine gelip kapıma dayandı, kafam kazan gibi. Bu aralar kendi müziğimi yapmaya, içsel yolculuğuma çıkmaya ne kadar da ihtiyacım var. Sonbaharda bitkiler, hayvanlar, insanlar herkes bir telaş içindedir. Kışa hazırlık vardır. Vücudumuz da kışa hazırlanıyor. Okulda, evde nasıl kış hazırlığı varsa vücudumuz da öyle kışa hazırlanıyor.
Zaten bir bünye sonbahara uyum sağladı mı tamamdır. Ama uyum sağlayamayanın vay haline. “Efendim ben her sonbahar depresyona girerim, efendim beni bu aralar aramayın, efendim ne yapayım şimdi” der durur. Başlarsın sızım sızım sızlanmaya. Al sana güz depresyonu.
Bazı hayvanlar göç ediyor, bazılarının derileri değişiyor. Bazı türlerin tüyleri sıklaşıyor. Ağaçlar da sularını yere salıyor. Yaprakları susuz kalınca da dökülüyor. Bende de bir kırgınlık bir karamsarlık sürüp gidiyor. Sonbaharı bir atlatsak tamamdır. Çünkü kış başlayınca insan rahatlıyor. Yeni duruma göre şekilleniyor. Mesela annemin ördüğü yün suvaterimi giyiniyorum. Benim de zırhım bu…
Kendi öz müziğimizi keşfetmeliyiz. İç dengemizi sağlamalıyız. Düşünsenize kulağımızda bir piyano sesi kötü mü olur. Herkesin iç müziği vardır. Kimi burnundan soluduğu için bu sesin farkında olmaz. Kimi kendini kalabalığa kaptırdığı için böyle. Oysa her canlının bu iç müziği vardır.
Gün başlarken sokaklarda koşuşturan insanlarda bir ses vardır. Cıvıl cıvıl… Sabah okulun bahçesinde dolaşırken de bunu dinleyebiliyorum. Önünden geçtiğim her sınıfın penceresinden ayrı ayrı nağmeler yükseliyor. Mesela otlara konmuş çiğ tanelerinin aşağı kayma sesi yok mudur? Mesela kuşların ardıç ağacındaki kozalakların içinden tohumları gagalayarak alması sizce de sesi duyulamayacak bir şey mi. Yere düşenleri toprağın içinde eşelemelerini duyuyorum.
Bekir amcanın yaz boyunca biçtiği otlar, şimdi yağan yağmurda ıslanıp çürümeye başladı. Bazen gelip kontrol ediyor, ama boşuna. Birkaç ot bağının yerini değiştiriyor. Birkaç tanesini üst üste yığıyor. Ama öğleden sonra yine yağmur yağıyor. Bekir amca hayırsız çocuklarından çok çekmiş. Dudağında sigarası eksik olmuyor. Ne zaman beni görse madde bağımlısı oğlundan bahsediyor. Onu evden atan gelininden dert yanıyor. Bu yaşta çalışıp kazandığı paraları oğlu zorla elinden alıyor. Yağmur yağıyor ot yığınları yine ıslanıyor. Okulun bahçesi büyük bir tarlayı andırıyor. Her tarafta ot yığınları. İlkin otların rengi altın sarısıydı. Fakat sonradan yağmurlarda ıslana ıslana çürüyüp siyahlaşmaya, kokusu ekşimeye başladı. Olsun bu da sonbahar renklerindendir diyorum. Bekir amca yazın biçip taşıdığı otu kurtarmıştı ama geride kalandan bir şey beklemesin. Bekir amcanın otlar ile uğraşırken çıkardığı sesleri şimdi duymayalım mı yani. Sigara içerken nefes nefese, dumanlar yükseliyor. Tırpan ile ot biçerken hışır hışır… Hele bazen de ihtiyar bir türkü tutturuyor. Kendini gençliğinde, yaylada derin bir vadinin yamacında hissediyor… Çünkü onu dinlerken ben kendimi öyle yaylada hissediyorum…
İsmail’in her hafta temizlemesine inat köşe bucak, okulun her yerinde, ağlarını süratle ören uzun tel bacaklı örümcekleri, soğuktan içeri kaçan sineğin pencere önünde ters yatmış fırıldak gibi dönerken çıkardığı vızıltısını, çatıda kavga eden kargaların, yurdun çatısına dizilip güneşlenen güvercinlerin sesini duyuyorum. Bütün bu sesler “duy beni, duy beni” diyor…
Öğleden sonra başlayıp sabaha kadar sokakları göle çeviren yağmurun sesini duyuyorum. Karıncalar yollarından çekilmişler. Yaz boyunca harıl harıl yük taşıyan bu küçük taşıyıcılar acaba şimdi neredeler? Yollarında in cin top oynuyor. Karınca yuvalarının olduğu tümsekler yağmurdan iyice ıslanmış… Yaz boyunca taşıdıkları tohum silolarını su basmış, tohumlar yeşermiş. Bu ara bahçenin en yeşil yerleri bu karınca kolonilerinin yaşadığı tümseklerdir. Garip karıncalar kışın ne yiyecekler…
Bütün bu seslerin yanında benim iç müziğimin sesi de duyuluyor. Hem de öğrencilerimin curcunasına, komşumuz Bekir Amca’nın türküsüne rağmen. Müstahdem İsmail’in sürekli söylenip yakınmasına, öğrencilerle kavga etmesine rağmen. Tek yapacağım şey iç müziğimi dinlemeye çalışmak. Sakin sakin…
Mustafa Alagöz