4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1475
Okunma
Adam, günlerdir kendinde değildi. Kimse anlayan olmamıştı kendisini. Zaten öyle bir derdi de yoktu. Beni şu bu beğensin de farklılığım ortaya çıksın telaşında değildi. Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak istiyordu. Yorgun düşmüştü hayattan. Aslında gönlü yorgundu. Bedeni az çok idare ederdi yine. Nasıl olsa bastona düşmüşlüğü yoktu. En çok nefret ettiği bir nesneye dayanarak, ondan güç alarak hayata tutunmaya çalışmasıydı. Baston deyip geçmeyecektin. Ne olur ne olmaz, belki bir gün dillenip de “ ulan moruk” bana dayanıp da az mı tafra attın sağa sola. Bana güvenip de peşinden havlayan köpekleri az mı uzaklaştırdın etrafından. “ İşte böyle hayat. Bazen her şeyiyle nankörleşip üzerine tükürebiliyor, sana yaptığı iyiliğe karşılık gözüne sivri ucunu sokabiliyordu. Onun için kendine şiar edinmişti. Şeyini(!) kesip yiyeceksin, kimseye el etek açmayacaksın.
Adam, parkın yol kenarına bakan banklarından birine oturmuş, hem iç dünyasında geziniyor hem de hazan mevsiminin kendisinde yarattığı fırtınalarda teselli aramaya çalışıyordu. Gazeller sağa sola savruldukça kendinden geçiyordu. Ayaklarının ucuna, kel kafasına serilip duran gazellerin çaresizliği kendi çaresizliğini aratmıyordu adeta. Her düşen gazelde yitip giden bir mevtanın acı yaşantısının izlerini görüyor gibiydi. Sarı, mor, kahverengi, kırmızının bütün tonları vardı gazellerin üzerinde. Aman Tanrım neydi böyle? Daha üç beş ay öncesi her biri tek renkte odaklanıp yaşama sımsıkı sarılmışlardı. Yeşil ne güçlü renkti ki zamanı gelip de gücünü kaybettikçe renk cümbüşüyle adeta türkü söyleyerek veda ediyorlardı hayata. Aslında her veda edişin hayata tekrar gelişine de yol açmış oluyorlardı. İnatlaşıp yemyeşil kalsalardı dallarında hazandaki bu çeşniye tanıklık edebilir miydi? Edemezdi.
Adam iç dünyasında sıyrılıp, yanına hop diye oturan Çingen kadının çırtlak sesiyle irkildi:
“ A be cancağazım,ne düşünürsün, Karadenizde gemilerin mi battı?”
Kadının kolları, bacakları, kendisininkine değiyordu. Ekşi bir ter kokusu burnundan içeri girip ciğerlerinin en ücra köşesine yerleşti. Oldum olası Çingenlerin doğallığına imreniyordu. Birkaç kez parasını kaptırmış olsa da kızgınlığı yoktu. Kin beslemiyordu. Demek ki bunlar da benim gibi kerizlerin sırtından nasiplerini çıkarıyorlar, diye düşünmüştü.
Fala bakmak için şirin göründüğü aşikardı. Cebinde metelik yoktu. Karısından zılgıtı yemişti sabah evden çıkarken:
Ne biçim erkeksin, kara kara düşünmekle evin geçimi olmaz. Git para kazan. Yoksa kendimi satacam, demişti.
Bu memlekette duyduğuna göre hep kadınlar horlanıyordu da şaşıyordu bu duruma. Karılarını bıçaklayıp, çenelerini tuz buz eden maçolara öykünmüyor da değildi. Daha ilk geceden tavuğun bacağını cart diye ayırsaydı şimdi bu sünepeliği yaşamayacaktı ama yine de karısının at gibi kişnemesi hoşuna gidiyordu.
“ Uzat be elcezini de falına bakayım! ”
“ Param yok ki, “dedi birden bire.
“ A be nömere çekme, atacan bi beşlik!”
“ Karım ölümü öpsün ki yok param!”:
Çingen, yerinden fırladı, kıçını sallaya sallaya uzaklaşırken:
“ Parasız erkek, kadından beter be ya!..”
Adam, burnuna düşen kızıl yaprağa aldırmadan Çingen kadının arkasından bakakaldı…