Beyaz Şehrin Beyaz Genci
Şehrin en renkli simalarından biriydi. Beyaz takım elbise, beyaz gömlek giyer, gömleğin içine parlak, beyaz kravat takardı. Beyaz ayakkabılar ve beyaz çorapla şıklığını tamamlardı. O kadar beyaz içinde tek farklı renk kravatının iğnesi (Oltu taşından yapılmış) ve gözlerinin üstündeki güneş gözlüğüydü. Onlar siyahtı.
Uzuna yakın boyluydu. Bıyıkları dudaklarından aşağıya doğru sarkardı. Boyalı saçlarına briyantini sürer, günlük sakal traşını olur, koyu güneş gözlükleri gözünde şehrin en büyük caddesinde yalnız başına gezerdi. Bacakları hafif ayrık yürür omuzlarını sağa sola sallardı. Bu afili, kabadayı yürüyüşüne rağmen kimseyi rahatsız etmezdi. Kendi halindeydi.Yüzünde daima bir tebessüm vardı. O yürürken herkes O’na bakardı.
Hep aynı şekilde giyinirdi. Hava sıcak olmuş, soğuk olmuş, yağmurluymuş, güneş çıkmış O’nun için fark etmezdi. İmajından hiçbir zaman taviz vermez, beyazdan asla vazgeçmezdi.Beyaz adam derdik arkadaşlarımız arasında kendisine.
Varlıklı bir aileden gelmiyordu. Herhangi bir işi de yoktu. En büyük zevki caddede yukarı aşağı sallana sallana gezmek, insanların ilgisini üzerine çekmekti. Üzerindeki elbise tekti. Yaşlı annesine her gün elbisesini yıkatır, ütületir sonra da kendi elleriyle naylon kılıfına yerleştirirdi. Ayakkabılarını her gün özenle temizler, boyasını vurur, cilasını çeker, kadife beziyle pırıl pırıl ederdi.
Bir akşam üstü evine dönerken üç dört serserinin kendisine laf atmasıyla kavganın içinde bulmuş kendini. Serserilerden birinin sustalısı kar gibi beyaz pantolonundan içeriye, kasıklarına kadar girmiş. Her gün özenle giydiği beyaz pantolon kırmızı renge bürünmüş. Beyaz adam kasığını tuta tuta evine ulaşmış. Neyse ki bıçak fazla derine inmediğinden hayatta kalmayı başarmış.Yalnız eskisi gibi yürüyememiş. Sağ ayağı hafifce aksıyormuş.
Beyaz adam bu olaydan sonra artık hayata küsmüş, yaşama sevincini kaybetmiş. Kanlar içindeki beyaz pantolonunun hali her zaman gözünün önüne geliyormuş. Babasının çarşıdan aldığı yeni pantolon bile kendini hayata bağlayamamış. Evden dışarı çıkmaz olmuş. Soğuk bir kış sabahında beyaz takım elbisesini, beyaz gömleğini, beyaz kravatını, beyaz çoraplarını ve beyaz ayakkabılarını bir poşet içine koymuş evinin önündeki çöp kutusuna boşaltmış. Sonra da çakmağıyla poşeti ateşlemiş. Elbiseleri yanarken yanaklarından iki damla yaş süzülmüş. Topallayarak evinden, mahallesinden uzaklaşmış. Beyaz adamı bir daha da şehirde kimse görmemiş.
Beyaz adamın büyültülmüş bir fotoğrafı bir iki yıl öncesine kadar şehrin bir fotoğrafçısının camekanında sergilenirdi. Gülümseyerek bakıyordu resimde. Fotoğrafçıdan her geçişimde o gülümseyen, beyazlar içindeki yüz beni kendisine çekerdi. Keşke o resim orda hep kalsaydı ne hoş olurdu, keşke..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.