Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
Tante Rosa
Tante Rosa

SANDIK KURDU

Yorum

SANDIK KURDU

4

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1194

Okunma

SANDIK KURDU

SANDIK KURDU

SANDIK KURDU

Ham ipekten bir giysi var üzerimde, yıpranmış, neredeyse saydam. Önceleri annemindi, sonra bir gün fazla açık bulduğu için giymez oldu, bana verdi. Kolsuz bir giysi yakası da çok açık.Ham ipek kullanıla kullanıla kurum rengine girer, bu da öyle. Anımsadığım bir giysi.

Marguerite Duras / Sevgili


Saf cevizdendi. Benim odamda dururdu. Sandığın ölçülerini bir parça aşan girinti ona özel yapılmış gibiydi. İçi annemin kendinden bile sakladığı çeyizleriyle doluydu. Kanaviçe yatak takımları. Ara dantelli çarşaf takımları. Dantel oda takımları. Havlu takımları. Gecelik ve sabahlık takımları. Sözlük elbisesi. Nişan elbisesi. Ve gelinliği.

Annem birkaç saatliğine bir yerlere gitsin diye dört göz bakardım.

Üstüne yığılan yorgan, battaniye, yastık gibi ağır yükleri kan ter içinde kalarak kenara yığar, örtüsünü minicik ellerim titreyerek kaldırırdım. Ellerim yüreğimin işbirlikçisiydi. Birlikte titrerlerdi. Yüklerin arasından çıkan anahtarı usta bir hırsız gibi yerleştirirdim kilide. Ustalaşmıştım artık. Sandık kurdu olmuştum. Kilidi açıp anahtarla birlikte emin bir yere koyduktan sonra Pandora’nın Kutusu’nu açar gibi açardım sandığın kapağını. Önce kokusu uçardı dışarı. O büyümeye çağıran kadın kokusu. Naftalinle karışık, patiska, pazen kokusu. Annemin giysilerinde kalan ten kokusu.

Bunların içinde beni en çok ilgilendiren annemin özel günlerinin birer nişanesi olan giysileriydi.

Söz elbisesi kendinden desenli bordo bir kumaştan anneme özel diktirilmişti. Dar ve uzun kolları dirseğine kadar küçük düğmelerle süslenmişti. Bu düğmeler elbisenin kumaşından özel olarak bastırılmıştı. Düğmelerin sayısı bugün bile aklımda. Sandığı her açtığımda her birini inceleyerek sayardım kaç tane olduklarını.

Nişan elbisesi altın sarısıydı. Sarının içine dokunmuş altın rengi sırmalar saray giysilerinin geleneksel kumaşlarını akla getiriyordu. Söz elbisesi gibi o da dar ve miniydi. O da anneme özel diktirilmişti. Kolları kısa ve güneşi çağrıştıran parlak sarı rengiyle tam bir yaz elbisesiydi.

Sandıktan çıkarıp, yatağımın üzerine serer, içlerinde annemin olduğunu hayal etmeye çalışırdım. Başaramazdım. Annemi mini etekle ve bu kadar dar elbiselerle hiç görmemiştim.

Önce nişan elbisesini giyerdim. Kendimi pırıltılar içinde bir yıldız gibi hissederdim. Ayakkabısız olmazdı. Eksik olurdu. Gidip yatak odasındaki gardroptan beyaz gelinlik ayakkabılarını da çıkarırdım annemin. Giyip bol şarkılı Yeşilçam filmlerinin içinde dolaşan esas kızlar gibi şarkı söyleyerek dolaşırdım odamda. Hevesimi iyice aldıktan sonra çıkarır söz elbisesini giyerdim. Onu da eksik bırakmaz, annemin sivri topuklu, sivri burunlu siyah nikâhlık ayakkabılarıyla tamamlardım. Aynı filmin başka bir kadını olurdum. Aynanın karşısına geçip kötü kadını oynamaya çalışırdım.

Sıra gelinliğe geldiğinde kaçardı keyfim. Gelinlik söz ve nişan elbisesi gibi yeni değildi. Ordu’nun köylerinden başlık parasıyla getirilen gelinlerin hepsi giymişti annemin gelinliğini. Kimisi tacını getirmemişti geri, kimisi çiçeğini. Kızardım anneme gelinliğini başkalarına verdikçe. Ağlardım. Ama dinlemezdi beni.

“Bu da bir ömürde bir kere oluyor kızım, giysinler.” derdi.

Elime aldığımda annemin gelinliğiyle kocaya giden bütün kadınlar girip çıkardı içine. Hiçbirine anneme yakıştığı kadar yakışmazdı. Annem köyün en güzel kızıydı. En güzel gelini. En güzel annesi. Köyün güzel Ayşe’siydi. Ufak tefek, ince belli, Belgin Doruk ölçülerinde bir kadındı. O günlerin güzellerinden. Kendi zamanının makbullerindendi. Saçlarını kendi yapar, kendi keser, giysilerini kendi dikerdi. Bir yere gittiğinde bir bakan bir daha bakardı. Güzelliğini görünür kılan bir asaleti, güldüğünde daha da parlayan bir ışığı vardı.

Çok giyildiği için gelinliği giyesim gelmezdi. Onu bir kenara bırakıp gecelik ve sabahlık bohçasını açardım. Nişanlı oldukları dönemde babamın Almanya’dan getirdiği buz mavisi gecelik ve sabahlık takımına bayılırdım. Giyer çıkarmak istemezdim.

Ne zaman büyüyeceğim ben. Ne zaman giyeceğim bu büyülü kadınsı giysileri. Her giydiğimde aynılar. Üzerimden dökülüyorlar. Hiç mi büyümüyorum ben?

Çeyizime saklardı annem onları. Giyip Şehrazad gibi bin bir gece boyunca masal anlatmayı düşlerdim. Pembe, şeffaf bir gecelik daha vardı aynı bohçada. Kısacık ve kolsuz. Onu da Almanya’dan getirmiş babam. O hiç giyilmemişti. Annem gibi ben de elimi süremiyordum. Utangaçtım. Bu kadar şeffaflık bana göre değildi o yaşta. Birkaç tane de annemin evlenmeden önce kendi elleriyle işleyip diktiği gecelikler vardı. Birinin askıları dantelden örülmüştü. Diğerinin mavi ibrişimle desenler işlenmişti robasına. Onları da giyip çıkardıktan sonra sıra hepsini sandığa geri koymaya gelirdi. Karıştırdığımı anlamamalıydı annem. Sandığın sağ yanında bulunan kapaklı küçük bir bölmede evimizin nafakası da saklı dururdu. Orayı asla açmazdım. Derdim para değildi çünkü.

Sandığı yerleştirmek zor değildi. Onca yatağı yorganı boyumdan yukarıya kaldırıp iz bırakmadan nasıl yerleştirdiğime şimdi bile şaşarım. Ama yerleştirirdim. Anahtarı da yerine koyup çalışma masası olarak kullandığım sehpanın başına otururdum. Alt bölmesine doldurduğum kitaplarımı karıştırmaya girişirdim. Annem beni kitaplarımla uğraşırken bulduğunda hiçbir şeyden şüphelenmez mutfağa geçip akşam yemeği için hazırlıklara başlardı.

Bu öyle büyük bir hazdı ki kendime sığdırmakta zorlandığım bir gün dayımın kızıyla paylaşmaya karar verdim. Aynı yaştaydık. Kırklarımız karışıktı. O yaşlarda ikiz gibi de benziyorduk birbirimize. Düğünlüklerimiz. Bayramlıklarımız. Gündelik giysilerimiz. Yazlık terliklerimiz. Kışlık çizmelerimiz. Her şeyimiz bir örnek alınıyordu. Hiç itiraz etmiyorduk buna. Bir örnek giyinmediğimiz çok nadir zamanlarda hiç kimsenin ilgisini çekmiyorduk. İkiz gibi giyindiğimizdeyse herkesin ilgi odağı oluyorduk. Herkesin bir sevesi geliyordu bizi. Biz de bol bol nasiplenmek için bu sevgiden illaki birlikte alışverişe gidip, bir örnek aldırıyorduk her şeyimizi.

İkizimle paylaşacaktım. Çoğaltacaktım. Canımız çektikçe gizli gizli konuşup tekrar tekrar yaşayacaktık.

Annemle birlikte ben de gittim o gün dayımlara. Ayartıp ikizimi onunla birlikte döndüm eve. Sandık sefamızı sürüp annem gelmeden derse oturacaktık.

Açtım sandığı. Çıkardım giyeceklerimizi. Nişan elbisesini ben giydim. Söz elbisesini de ikizime giydirdim. Ayakkabılar da ayaklarımızda. Bir şarkı ben söyledim. Bir şarkı o. Yetmedi geçtik salona. Büfeden Çin porseleni incecik fincan takımlarını çıkardık. Kahve içiyormuş gibi yaptık. Yetmedi. Çeyizlik su takımlarını da çıkardık. Bordo şeritli sürahiden, bordo şeritli bardaklara su döküyormuş gibi yaptık. Döktükten sonra da hanım hanımcık içiyormuş gibi yaptık. Ne olduysa büfeden çıkardıklarımı yerine koyarken oldu. Su bardaklarından biri elimden düşüp kırıldı. Ne yapacağımızı şaşırmış haldeyken üstüne bir de annem geldi. Onun da halası. Kahrolası. Erkenden gelmiş. O haldeyken kadınlar nasıl olur bilirsiniz.

İkizimi hiçbir şey olmamış gibi, oldukça sakin evine gönderip bana temiz bir dayak attı arkasından. Öleceğimi zannedip kelime-i şahadet bile getirdim dayak esnasında. Öfkesi mi geçti, yoruldu mu bilmem. Öldürmeden bıraktı. Ağlaya ağlaya yerleştirdim sandığı ve üzerindeki yükü. Anahtarı da anneme verdim. İstemişti. Benim bulamayacağım bir yere saklayacaktı. Nereye saklasa bulurdum ama aramayacaktım. Pavlov’un köpeği gibi şartlanmıştım. Sandığa asla el sürmeyecektim. Sürmedim de.

Sandıktakilerin akıbetine gelince: Söz ve nişan elbisesini giyecek yaşa geldiğimde küçülmüşlerdi bana. Annem gibi ufak tefek değil, halamlar gibi boylu poslu bir genç kız olmuştum. Yediğim dayağa rağmen giyip çıkarıp hevesimi almış olmaktan mutluydum.
Biraz serpilip büyüyünce “bunu giyecek kadar büyüdün artık” deyip robası mavi işlemeli geceliği çıkarıp sandıktan bana vermişti annem. Gece yatarken giyeceğim için gün geçmek bilmemişti. Ama zaman hızla geçip lime lime etmişti. Sırtımda paralanmıştı o çok sevdiğim gecelik.

Geri kalanlar çeyizime saklanmaya devam etmişti.
Ne sandık var artık, ne içindekiler, ne de sandık kurdu.
Zaman hepsini yalayıp yuttu.

Sonradan olma ikizliğimizin de bir sonu vardı elbet. Ergenlik çağımız bedenlerimizi farklı şekillendirmişti. Ben halamlara benzeyip boylu poslu bir genç kız olurken ikizim de halası olan anneme benzeyip ufak tefek bir genç kız olmuştu. Bedenlerimiz gibi ruhlarımız da bizi birbirimizden farklı kılmıştı. Ben ilkokuldan sonra da okumaya devam etmiştim. Elimden kitap, defter, kalem düşmez olmuştu. İkizimse ilkokulu bitirir bitirmez çeyiz hazırlıklarına başlamıştı.Tığ, şiş ve kasnakla harikalar yaratmıştı.

Bir akraba düğününe ilk kez farklı giyinip gittiğimizde on beş yaşındaydık. Ve artık bir çocuk gibi herkesin ilgisine değil, bir genç kız gibi o bir tek kişinin ilgisine mazhar olma, birey olma derdindeydik.




Tante Rosa









Diyor ki:

Amie Sovcite: Yazma sanatı hayatı incelemekle kazanılır.








Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Sandık kurdu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Sandık kurdu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
SANDIK KURDU yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
nitemtran
nitemtran, @nitemtran
5.9.2015 02:04:21
Keskinleşen siyasi ortamın da etkisiyle Defter’de paylaşılanların edebiyattan çok tatsız, saygısız, kısır siyasi hesaplaşmaya dönüştüğü şu günlerde sanatın naif köşesinden utangaç ama gururlu başkaldırılarına derin bir oh çekiyorum. İyi ki varlar.

Bir elin parmakları kadarlar ve ben biliyorum ki onların da siyasi ortama söyleyecekleri hem de ne çok şeyleri var… Ve onlar biliyorlar ki bu söylem Defter’i kirletir. Asıl mühim olan Defter’i naif haliyle, edebiyatın büyüsüyle tutmak. Hüner bu aslında…

Okuduğum gazete haber ve köşe yazılarıyla gerginleşmiş, kavrulmuş ruhumla işte onları arıyorum ben. Yazdıklarını okumamla verdikleri haz öylesine tedavi edici ki yüzyıllarca bir tek yağmur damlası görmemiş çöl gibi en derinlerime işliyor yazdıkları. Aynur Engindeniz, Gülüm Çamlısoy, Tante Rosa, Yahya Oğuz, Mahmut Cantekin, Kemnur …

“ Ellerim yüreğimin işbirlikçisiydi. Birlikte titrerlerdi.” demiş, Tante Rosa! Bu hep varolan ilişkiyi dillendiren kalem sağ olsun. Hep hissetmiştim de adını koyamamıştım. Adını koyan sağolsun. Gerçekten de hem de ömrüm boyunca öyleydi hep. Bazen birlikte acı çekseler de her zaman birlikte titrerlerdi.

Ne çok şey var aslında “eksik bıraktığımız.” Ama en azından, ebeveynlere ya da kahramanlarımıza öykünüp ne çok şeyi “eksik bırakmazdık”.

“ Aynı filmin başka bir kadını olurdum. Aynanın karşısına geçip kötü kadını oynamaya çalışırdım.” Konunun pek önemi yoktur edebiyatta. Varsa da bizi değil, sorunun muhatabı öğrencileri ilgilendirir.

Biçimdir edebiyatta ayırıcı olan, edebi eseri özgün kılan.

Araya serpiştirdiğiniz bu cümle aklıma neler getirmedi ki…Galiba Agah Özgüç’tü yazan, diyordu ki “ Filiz Akın’a kadar, o da eşinin önemli bir sinemacı olmasından, Türk sinemasında uzun yıllar iyi kadınları esmerler, kötü, aile yıkan kadınları sarışınlar oynadı.”

Anne, “Bu da bir ömürde bir kere oluyor kızım, giysinler.” derken, kadim Anadolu insanının cömertliğini, paylaşımcılığını aktarırken, gelinliğin neden her gelin olmuş kızla paylaşıldığıyla uğraşan çocuksa, kıskançlığı belki de egoistliğiyle ne kadar da beynelminel bir karakter... Ama, haksız da değil zira anne söz konusu olan. En azından kızlarım da böyle düşünürlerdi eminim.

“Pavlov’un köpeği gibi şartlanmıştım. “ böyle soğuk biyolojik tespiti eleştirmene bırakıp, yerine daha sıcak bir anlatım sanki daha samimi olurdu.

Bugün benim de okuduğum en güzel yazıydı.

Kaleminize sağlık değerli kalem.


nitemtran tarafından 9/5/2015 2:05:58 AM zamanında düzenlenmiştir.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Emine UYSAL (EMİNE45), @emineuysal-emine45-
4.9.2015 23:17:40
Ah! Bu kızlar, ne çok severler sandık karıştırmayı.

Bu işi ben de sık sık yapar annemin memleketten beri sakladığı bindallısını giymeyi çok severdim.

Tebrikler Tante, çocukluğuma gittim sayende.

Sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz, @aynurengindeniz
4.9.2015 23:17:03
Çok içten, naftalin kokusunu dahi burnumuzda hissettirecek kadar canlı bir yazıydı. Ben çok beğendim. Hatta bugün okuduğumen güzel yazı.
Sevgiler.
Kemnur
Kemnur, @kemnur
4.9.2015 22:55:22
Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmakta. Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler... Tebriklerimle... Saygıyla...
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL