11
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1930
Okunma

Yaşadıkça neler yaşıyor şu insan…
İlahi adalet; hava gibi, her yere eşit dağılıyor. ‘’Benim oturduğum yere daha fazla oksijen lütfen’’ diyemiyorsunuz maalesef. Hayata tüm kapılarınızı kapatsanız da aynı hava, bütün imkanları kendinize doğru ayarlasınız da aynı hava. Alamayacağınız tek oksijen taneciği son nefesinizi vermeden az önce aldığınız molekül.
Misal; kızımın arkadaşları eve geldiğinde her şeyi kızıma torpil geçerek ayarlarım hep. Yemeğin en etlisi, en besleyicisi, dondurmanın en afilisi, yatağın en yumuşağı, yastığın en kuştüylüsü, koltuğun en başköşesi, yüzümün en kocaman neşesi…
Sonra bakarım ki; en güzel tabak Esma’nın önünde. En afili dondurma Öykü’nün elinde. En yumuşak yatağa Zişan yatmış, bizim kız yerde. Kuştüyü yastık Esma’nın kucağında. Başköşe koltuğa Gülşah kurulmuş, bizimki sandalyede…
Annem bir mesel anlatırdı sık sık. Sık sık anlatırdı ki kulağıma küpe olsun. Oldu sanırım…
…
Mesel bu ya; bir gün Hz. Cebrail, Allah’ın huzuruna çıkmış:
- Allah’ım çok merak ediyorum senin en sevdiğin kulun kim?
- Filanca köyde iki kulum var. Var git sen karar ver hangisinin hayırlı olduğuna, demiş Yaradan.
Hz. Cebrail ilkin dağın başında yapayalnız yaşayan bir ermişe varmış insan kılığında. Adam son derece dindar, namazında, niyazındaymış. Dağda ağaç kovuğu kadar küçük bir mağarada yaşar, kendini Allah’a adamış bir halde sürekli dualarla geçirirmiş gününü. Alnı, secdeye varmaktan yara içinde, dudakları dua etmekten, Allah’ı zikretmekten pul pul kurumuş, nur yüzlü bir adam. Dağın başında sadece bir nar ağacı varmış karnını doyurabildiği. Allah tarafından her gün bir nar verirmiş o ağaç.
Fakat o gün ne hikmetse iki tane nar vermiş ağaç. Hz. Cebrail’in yanına doğru geldiğini görünce hemen bir tanesini saklamış adam. İkinci nardan habersiz, huşu içinde bir sohbet…
Oradan son derece memnun ve gururla ayrılmış ve diğer adamın evine varmış Hz. Cebrail. Adam son derece yoksul, köhne, harabe bir evde yaşıyor. Namaz, oruç, dua hak getire. Üstü başı pis, yüzüne bakılmaz bir çirkinlikte. Pespaye bir halde ağzından küfür eksik olmayan, mendebur bir adam. Hz. Cebrail’i görünce coşkuyla kucak açıyor ‘’Tanrı misafiri’’ diyerek. Hemen hanımına sesleniyor evde ne varsa hazırlasın diye. Kadın kalan son bir avuç bulgur ve son dilim ekmekle donatıyor sofrayı. Havadan sudan sohbetle hoş tutuyor ‘Tanrı Misafiri’nin gönlünü…
Oradan da ayrılıp tekrar Allah’ın huzuruna çıkıyor melek. Hangisinin Allah’ın sevgili kulu olduğu hakkında kararsız, şaşkın…
- O, dağda yaşayan ermiş senin için gönderdiğim narı sakladı, ama o sefil adam ‘’Tanrı Misafiri’’ diyerek, benim aşkımla, neyi var neyi yoksa serdi önüne. Anladın mı şimdi hangisiymiş benim sevgili kulum?.. diyor Yaradan…
…
Kimse kimsenin kısmetini yiyemiyor bu hayatta. Sana reva görülen neyse onu kabullenmek düşüyor aslında.
Kızımla ilgili yaşadığım farkındalık çok basit bir örnek olsa da gözümü açtı biraz. Sonraları anladım ki eşit davranmak gerekiyormuş herkese. Eksiğini fazlasını Yaradan ayarlıyor zaten. Kimi, hak ettiğinden fazlasını başka kayıplarla ödüyor, kimisi de mahrum olduğu kısmetlerin karşılığı olarak bambaşka nimetlere gark oluyor.
İlahi adalet her zaman, tam zamanında tecelli ediyor.
Bunları düşünürken Esma geldi yine. Şu insanoğlu ne doyumsuz, ne akıllanmaz, ne uslanmaz böyle. Messengerdan mesaj attım yan odadaki Hilal’e:
- Denize giderken Esma’ya siyah mayonu ver annem. Pembe daha güzel ve sana çok yakışıyor.
İlahi insan!..
.