6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1044
Okunma
Terbiye!
Melisa, sevgili sırdaşım diye başlayan bir sesleniş. Duyguları, en küçük yapı taşlarına kadar ilmek ilmek işleyen bir mektup! Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’nı çok önceleri okumuştum ki Aynur Engindeniz’in mektupları da bir o kadar değerli benim için. Gözünüzden kaçırdınız ise çok büyük hazdan mahrum kaldınız diye düşünmekteyim. Sadece mektupları mı, öyküleri de öyle.
Aynur Engindeniz’in mektupları bir çırpıda okunup geçilmez. Aheste aheste kelimelerin beyninizde çağrıştırdığı duyumsamalar, fırtınaya dönüştükçe kendinizden geçer, mahmurluğunuzdan kurtulur, sevginin bulutlarında kanatlanmış olarak bulursunuz kendinizi…
Her ne kadar, satırların gizeminde acıyı, merhameti derinlemesine işlemiş olsa da sonunda sevgi yoğunluğu ile sarar kahramanlarını. Bu kahramanlar çoğunlukla bir annedir, bir çocuktur, bir bebektir, ya da terk edilmiş bir zavallı biridir. İşte bu noktada sizi Dostoyevski’nin dünyasına sürükler. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar, Bir Yazarın Günlüğü, Ölüler Evinden Anılar,vb. daki sanatın estetiğini duyumsar gibi olursunuz, A.Engindeniz’in yazdıklarıyla… Hem acıyı işlerken hem de merhamet duygusu onun romantizm yönün ağır bastığını bize hissettirir.
Zaman zaman hayata karşı tedirginliklerini kahramanlarına bir öğüt gibi sunarken,onlara çıkış yolu sunmayı da ihmal etmez. Kalemin kıvraklığı bununla yetinmez, doğadaki en küçük bir nesneyi sevgi penceresinden betimlemeye çalışırken bize hayatın sorumluluğunu yüklenmemiz gerektiğini inceden inceye anımsatır. Bunu bazen hicivle, bazen mizah yoluyla hissettirir.
Bebeği Melisa’ya seslenirken hayattaki bütün çelişkileri bir bir sıralıyor. Düzenli olmayan evliliğindeki mutsuzluğu irdelerken kendini yine de suçlu bulmuyor. “ Yankısız bir monologmuş evliliğimiz. En çok kullandığım kelime “ ben ” olmuş, mazaretlerimin bile “ ben “ ile başladığını söyleyerek evliliğinde haklı olduğunu göstermeye çalışıyor.
Bu cümleleriyle günümüzdeki evliliklerin nasıl çatırdadığını her iki tarafın da ortak bir noktada buluşmayıp ben merkeziyetçiliği ile çiftlerin zavallılıklarını ortaya koymuş oluyor aslında.
Osman Hamdi Bey’in Kablumbağa Terbiyecisi tablosundan esinlenerek vermiş olduğu hayat dersi var ki felsefe yönüyle dudak uçuklatıyor adeta.
“ Her insanoğlu bir terbiyecinin eseri. Bu terbiyecilerin değnekleri ise mizaçlarına göre çeşitleniyor. “ Devam ediyor ki en can alıcı noktası da bence burası: “ … aynı değmekle terbiye edilen kablumbağalar, bulundukların yerin bir metre ötesinde bütün bildiklerini unuturlar Melisa.” Hayatla barışık olmayan birinin gerçekle yüz yüze kaldığında bocalamasına güzel bir metafor değil mi?
Sonra çocukluğuna dönerek babasının ve annesinin üzerine ne kadar titrediğini, aslında bu koruyuculuğun kendini gerçek hayattan nasıl da soyutladığını, kaplumbağa örneğinde olduğu gibi hayıflanarak yazıyor mektubunda.
Melisa’ya seslenişinde hayatının yanlışlıklarını geriye dönüp düzeltmeye kalksa başaramayacağını ima ediyor ince bir sızıyla.
Mektunun sonlarına doğru sevgiyle yaklaşıp birkaç cümle ile hayatı bize özetliyor .
“ Korkmamalı insan. Korkmamalı ki kendinden başkalarını da düşünebilsin. Lütfen tavşana, kaplumbağının bir terbiyecisi olduğu söyleme…”
Aynur Engindeniz’in nice öykülerinde, yazılarında buluşmak dileğiyle…
BİTTİ!