6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
588
Okunma
Önce şeref, sonra hayat.
Friedrich Schiller
‘Şeref!’ Nasıl da paha biçilemez değerde bir ahlaki erdem. Sonradan olma değil anadan doğma olan bir ayrıcalık, ebedi bir vicdan huzuru ve insan olmanın simgesi.
Önce ‘şeref’ sahibi olacaksın ki sonrasında hayatı en onurlusundan yaşayabilesin.
Oysa ne olduysa oldu, ‘şeref’ birden bire kayıplara karıştı. Ve çoğunluk bu durumu hiç mesele yapmadı. Diğer her şey gibi bunu da kolaylıkla içine sindirdi. Gerçi sözcük olarak çirkin dillerde, salyalı ağızlarda sakız gibi çiğneniyor durmaksızın o da başka.
Ortalık yıllardır yakası açılmamış küfürler, edep dışı yakıştırmalar, iftiralar, işitilmemiş saçma sapan yeni buluş söylemlerle kaynıyor fokur fokur.
Bunların mucitlerinin büyük bölümü dünün çıplak ayaklı görgüsüz cahili iken, bu günlerin altınla beş-taş oynayan ülke idarecileri.
Devamında her şeye kısa sürede alışan bu toplum. Sonunda bu hayati ve yerine konulamayacak kayba da alıştı ne yazık ki.
Oysa neler neler görmüştü o gözler. Neler işitmişti o kulaklar. Baba-oğul arasında geçen para konuları. Ayakkabı kutuları. İhtilaller. Zulümler. İdamlar. Göz altı ölümler. Yaşı büyütülüp asılanlar. Şerefini ayaklar altına alan ordu mensupları. Ne rezil ve satılmış idareciler. Vatan hainleri. Bozuk düzene meydan okuyan ve ölüm pahasına direnen gencecik ‘çapulcular!
Daha bıyığı terlemeden hayali ihracata başlayan küçük Demirel.
Denizgilleri jandarmaya ihbar eden öz dayı.
Zamanında Evrene alkış tutan zavallı şaşkınlar. Onca aydın ve yurtseveri diri diri yakmaya kalkışanlar.
Tıpkı Şeref gibi Solcu’ lukta yüce bir erdem. Sahip olabilene ne mutlu.
Hep düşünmüşümdür. Bu insanlar nasıl böyle soylu asil cesur vakur derin bilgi sahibi ve şiirsel olabiliyorlar. Ya o şerefli ve iffetli eşleri onlardan geri mi kalıyorlar.
Deniz, 6Temmuz 1966 senesinde girdiği üniversite sınavında iki fakülteyi de kazanmıştı. Fen ve hukuk. Gönlü hukuktan yana olmasına karşın, babası Cemil Bey “Deli Oğlunu” biliyor giderek alevlenen politik iklimde, hukuk fakültesi gibi eylemlerin odağında bir okulun, onu hepten ateşleyeceğini biliyordu. O yüzden hukuk yerine fenni seçmesini istedi. Deniz babasını kırmadı ancak bu seçim içine sinmedi. Sokağın sesi babasının kaygısına üstün geldi.
Şirin bir beldedeki evimizin geniş bahçesinde çok yakın kız arkadaşımla,elimizi uzatsak tutacakmışız gibi gelen pırıl yıldızlı gök yüzü altında; bağımsız bir ülke ve mutlu bir toplumun hayalini kurarken, edebiyatı ve şiiri çok seven Denizin, diğer şairlerin şiirlerinin yanı sıra Ömer Bedrettin Uşaklı’ nın “Deniz Hasreti” ni okurduk karşılıklı.
Şimdilerde birbirlerinden şiir çalma şikayetleri başladı üyeler arasında. Bu eşi benzeri görülmemiş hırsızlar ülkesinde kuyruğundan kulağından üç beş satır yürütmüşler bunun lafı mı olur. Ayrıca bir şair üye de defalarca uyarmasına rağmen şiirlerini çaldığını söylediği bir bayan şairi isim vererek afişe ediyor aynı zamanda o şiiri favori listesine alıyordu!
Ben de öyle şerefsizlere rastladım ki şerefimden utandım.
“Şerefini kaybedenlerin kaybedecekleri başka bir şeyi yoktur.”
Arthur Schopenhauer
Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum
Nasıl yaşayacağım ey deniz senden uzak
Yanıp sönüyor gözlerimde fenerin
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?
Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil
Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?
ESENLİKLER.