14
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1149
Okunma


Seyitgazi’den Eskişehir’e döndükten az sonra, babamın kararı doğrultusunda, Nail amcamın döküm fabrikasında çalışmaya başladım. Sabahtan akşama kadar ya kum eliyordum, ya da dökülmüş parçaların üzerindeki çapakları taşa tutup temizliyordum. Patron, yeğenini öteki işçilerden farklı bir muameleye tabi tutmuyordu; onlar ne kadar çok çalışırsa, ben onlardan daha çok çalışmak zorunda kalıyordum. Tuğla ocaklarından ağır işçiliğe alışık vücudum için fazla yıpratıcı bir iş değildi.
Amcama düğün salonlarında gitar çalarak para kazanacağımı, o nedenle yanındaki işten çıkacağımı söyleyince, yanından ayrılmam için izin vermişti.
Vaktimin tamamını Nuri ile geçiriyordum. Orkestrada geçici olarak benim yerime ikame ettiği elemandan aldığı tesisat kiralarını ödemiş, cebimde bolca para birikmişti. Bas gitarı çalan oğlan borca girerek kendine bir tesisat almıştı, benim tesisatı epeydir kullanmıyordu. Nuri benim umulandan çok önce dönmüş olmam nedeniyle borç içindeki bascıya yol verip bana gel diyemiyordu. İkiniz de başka bir orkestrada iş arayın, hanginiz bulursa, o gitsin diyerek işin içinden çıkmaya çalıştı.
.
Tesadüfen ben yeni bir orkestrayla anlaştım. Eskişehir’deki Göksu Gazinosunda (üçüncü sınıf bir pavyon) davulcu Topal Haydar, akordeoncu İlhami ile beraber çalışmaya başlamıştım. Bu iş, yaklaşık bir yıl sürdü. Barın sahibiyle yaşım küçük olduğu için polislerin sıkıştırması yüzünden (çalışma karnesi için yirmi bir yaşını doldurmuş olmak gerekiyordu) ve ücret konusunda bazı ihtilaflar yaşamaya başlamıştık. Adam, basgitar da neymiş, bir davul, bir akordeon yeter, çıkartın basçıyı, ona verdiğiniz parayı kendi ücretlerinize ekleyin deyince, yüzüme seninle çalışmak istemiyoruz demekten utanan bu can yoldaşlarımın(!) aklına gelen şeytanlık şöyle olmuştu: “Patron mademki ücretlerimize zam yapmıyor, bırakalım işi...” diyerek yanıma gelmişler, ben de olur demiştim, bırakalım anasını satayım! Tesisatlarımızı sökerek pavyonu terk ediyorduk. O arada ben kendi tesisatımı eve nakletmek için bir taksi tutmaya caddeye kadar gidip, beş dakika içinde bir taksiyle dönmüştüm. O ne! O beş dakika içinde, orkestra arkadaşlarım kendi tesisatlarını barın sahnesine gerisin geriye taşımışlar; benim tesisatlarımı dışarıda bırakmışlardı. Bana da, “biz işi bırakma kararımızdan vaz geçtik. Patrondan özür dileyip tesisatımızı içeri taşıdık. Sen de istiyorsan, patronla bir görüş,” diyorlardı. Numaralarını yememiştim. Onlara, “böyle bir numaraya kalkışmak yerine adam gibi, biz seninle çalışmak istemiyoruz deseydiniz, ben gene de ayrılırdım. Hiç olmazsa, gözümde böylesine küçülmezdiniz,” diyerek tesisatımı eve götürmüştüm.
Çok sonraları, bir gün Topal Haydar, vicdan azabından olsa gerek, o hareketleri nedeniyle benden özür dilemiş ve tuzağı patronun talimatıyla kurduklarını itiraf etmişti. Bu itirafı yaparken o işsizdi, ben ise, gece 24:00’ e kadar bir düğün salonunda, 24:00’den sonra da bir pavyonda çalıyordum...
Enstrümanın ustalarıyla dostluklar kurarak ve bazen dersler alarak basgitar çalmakta epeyi ileri taşımıştım kendimi. Fa anahtarıyla bir partizizasyonu rahatlıkla okuyor ve çalabiliyordum. Bu durumum çok daha iyi orkestralarda, daha iyi paralar kazanmamı ve arada bir profesyonel ünlülerin arkasında çalmamı da sağlıyordu.
Babamın bir ayda kazandığı maaşı yevmiye olarak kazanabildiğim günlerdi, ama onun bütçesine tek kuruşluk bir katkı da sağlamıyordum. İlişkilerimiz gereğinden fazla soğuktu ve tabii ki, eskisi gibi tokatlayabileceği bir evlat da değildim, tam tersine tam bir ev külhanbeyiydim