6
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2202
Okunma

Kurulmuş bir saat gibi yaşıyoruz deyimi, Eşref-i mahlukat olan insan için, hiç de uygun bir cümle değil.
Bugün Kâinata baktığımız zaman her şeyin bir düzen ve nizâm içinde olduğunu görürüz.
Kâinat kurulmuş bir saat midir? Elbette ki hayır. Her an tazelenen, değişen hal ve keyfiyetler, hesaplarımızı alt üst eden vaziyetler, kâinat çarkının hiç de saat çarkına benzemediğini göstermektedir.
Peki, Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi olan İnsan için kurulmuş saat tabiri uygun mudur?
Ama maalesef öyle yaşıyoruz. Genel olarak Sabah kalk, gündüz çalış, akşam dizi seyret ve uyu...
Tüm insani ilişkilerimiz menfaat üzerine kurulmuş, kalbimizde kin, gönlümüzde hased, sözümüzde gaf, özümüzde gaflet bizleri esir almış durumda.
Gaflet; Sözlük mânasına baktığımız zaman “Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı” diye karşımıza çıkıyor. Lâkin, Dini kelimelerin sözlük manasına değil, ıstılah manasına bakmak gerekir. Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun, Allahü teâlâyı hatırlamak ise gafletten kurtulmak olur. Dinin emirlerini gözeterek yapılan bütün işler, alışverişler, yiyip içmeler, gafletten kurtulmak ve Allahü teâlâyı hatırlamak demektir.
Gavs-ı Sani Hazretlerinin (k.s) Buyurduğu gibi;
Bir insan sabah kalkınca, güzelce abdestini alsa, evinden işine giderken:
“Ya Rabbi! Sen Rezzak-ı Mutlaksın, bütün yarattıklarının rızkını verensin. Biz çalışsak da çalışmasak da Sen bizim rızkımızı verirsin. Lakin rızık için çalışmayı bize Sen emrettin. Biz Senin emrine uyup, rızkımızı aramaya, kazanmaya gidiyoruz,” diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa, bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. Bu sevabı kazanmak için güzel niyet yeterlidir.
Evine, camiye rastgele sağ ayakla giren kimse, gafletle girdiği için sevap alamaz. Sünnet olduğunu düşünerek sağ ayakla girerse sevap alır. Bunun için gafleti yenmeye çalışmalıdır! Kur’an-ı kerimde mealen(Gafillerden olma) buyuruluyor. (Araf 205)
Herhangi bir sohbette, eski zamanlardan, eskilerden söz açılınca duyduğumuz hep aynı kelimelerdir.
Eskiden daha huzurluyduk, daha mutluyduk.
Doğru da eskiden bu kadar hırs ve gaflet yoktu. Gün çalışılıp gün yenilirdi. Tabi bu kadar ihtiyaç da yoktu, ihtiyaçlar arttıkça maalesef bizim de gafletimiz arttı, Dünya hırsı gözümüzü kör etti. Fuzuli ihtiyaçlarımızı karşılamak için gece – gündüz demeden çalıştık, helal – haram demeden para kazanma derdine, yani gaflete düştük.
Rahmetli Babamdan duyduğum bir kıssayı da burada aktarmak isterim:
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş.
"Öldüğüm gece, kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş.
Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var.
"Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar.
-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Kurulmuş bir saat olsak da, o saatin bir gün duracağını unutmayalım.
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alınacak şey değildir. Rabbim hepimizi gaflet uykusundan uyanan affına mazhar olanlardan eylesin.
Muhabbetle...