3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
887
Okunma

İstanbul…
Babamın yıllık izninde ilk kez 5 yaşındayken gördüğüm bu masalımsı şehrin, anılarımda yer eden o ele geçmez, şaşırtıcı hülyalı ve biraz da hüzünlü güzelliklerini; benim ince ve hassas çocuk ruhum mu bu denli değerli kıldı, yoksa onlar mı gerçekten çok güzeldiler…
Eyüp Sultan’dan alınan küçük kırmızı ve üstü yaldızlı motiflerle süslü düdüklü testimi.
Tramvayı.
Sallanan minik dişimi, küçük sopaya dolanmış renkli macun şekeriyle birlikte mideme indirmemi.
O canım Bakkal Kokusunu.
Kara trenin acıklı düdüğünü.
Akrabalarımızdan ayrılmanın derin hüznüyle yolculuk boyunca için için döktüğüm gözyaşlarımı.
Kompartımanın cam kenarına oturup, telgraf direklerine konan kuşlarla onlara selam gönderdiğimi. Babamın, hepimize eşit ölçülerde kesip ekmek arasına koyduğu kaşar peynirinin kokusu ve tadının hayatıma sinen koku ve tatlar olduğunu unutabilmem asla mümkün olmadı bu güne kadar.
Onlar benim içli ve suskun çocukluğumun ilk görsel masalıydı çünkü.
Daha sonraları çoğu zorunlu olsa da, birkaç kez daha yolum düşmüştü bu düşsel şiirsel ve efsunlu şehre.
Tarihi eserleri. Camileri, sarayları, kasırları. Sinema ve çarşıları. İnsanların şıklığı, kibarlığı büyülemişti beni adeta.
İlk genç kızlık yıllarının vermiş olduğu romantizm, Ada Vapurlarında Martıların o telaşlı şiirsel çığlıklarıyla görsel bir şenliğe dönüşürdü.
Çamlıca’ nın bülbülleri. Boğazın erguvanları.
Unutulmaz Edebiyatçı’ ların ellerden ve dillerden düşmeyen eserleri.
Zamanın değerli, saygın ve gerçek sanatçılarının Gülhane Parkını inlettiği akşamlar ise, Türk Musikisine aşık olmama neden olan bir cennet bahçesiydi benim için sanki.
Bu son gelişimin, İstanbul’la bütünüyle veda edeceğim anlamına geleceği ise aklımdan geçmemişti doğrusu.
“Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa, sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki”
dediği gibi Cemal SÜREYA’nın…
Can bir arkadaşımın kızı evleniyordu. Beni bekliyordu gözü yollarda.
Elbette gidecektim.
Ben ki; hiç tanımadığım bir şairin, lise çağlarında yaşadığı platonik aşk hikayesini işlediği şiirin etkisinde kalmış. Hikayenin geçtiği mekanları görmek için o şehre gitmiştim üç günlüğüne.
Bulunduğum şehirden İstanbul’a otobüsle ulaşım 18 saat sürerken. Bu gün uçakla 2 saate sürmekte. Uçaklar mesafeleri kısalttı. Açılan Hava Alanları uçuşlarda kolaylık sağladı.
Ben de bu olanaktan yararlandım ve düştüm İstanbul yollarına.
Son zamanların modası olan Kına Gecesi. Nikah ve yakın dostlara verilen yemek sonrası evli evine- köylü köyüne gitse de.
Ben onca ısrardan sonra bir hafta daha kalmaya razı oldum.
Bir gün Kadıköy yakasında oturan bir arkadaşımı görmeye gitmek için yola koyuldum ve onun önerisiyle metro denilen bir vasıtaya itiş kakış zor attım kendimi.
O kalabalıkta neredeyse göz gözü görmezken...
Ben bir anda öyle bir gözle öyle bir bakış ve öylesine bir ifadeyle yüz yüze ve göz göze geldim ki…
Sanki ruhum bedenimden ayrılıp yüce katlara yükselmiş ve orada ruh ikiziyle karşılaşmış sandım!
O an nasıl bayılmadım! nasıl kendimden geçmedim! kalbim nasıl durmadı ve dahası, nasıl ölmedim heyecandan!
Bilmiyorum!
Onu ancak Rabbim bilir!
Ben ki; başımda kavak yellerinin esmesi gereken o romantik dönemlerde bile hiç kimseye bir göz nazarım dahi olmamışken!
Böyle bir şey nasıl olabilirdi!
Bu nasıl bir şeydi!
Göklerden bir nur inmişti yüzüne. İlahi bir güzellik ve olağan üstü bir sırla işlenmişti Yaratan yüzündeki bütün hatlarını ve duyularını bir bir.
Ürperdim.
Olsa olsa inanılmaz bir düş bir hayal olabilirdi bu gördüğüm ancak.
Nerede olduğumu nereye gideceğimi unuttum.
Düştüm onun ardına. O gitti ben gittim.
İş yerini öğrendim.
Araştırdım. İzledim. Çalışmalarını takip ettim. İzini sürdüm arkamda izler bırakarak.
Bir hafta içinde dönecekken tam üç ay kaldım.
Yerde miyim, yoksa göklerde mi uçuyorum hiç bilemedim.
Ve bu süre içinde hep onu yaşadım yalnızca.
Onu soludum her nefesimde. Beynim ona odaklandı sürekli.
Ona seslendim avaz avaz.
Onu duydum onca sesler arasında
Ona sundum ruhumun manasını.
Onun avuçlarına bıraktım kalbimde biriktirdiklerimi.
Onu okudum. Onu yazdım gece gündüz.
Ve Yaradan’ın, onu benim karşıma bir lutfu olarak çıkardığına inandım.
Oysa…
Ve ne yazık ki…
İşte bu da böyle bir masaldı.
Ve anladım ki,
masallarda da melek gibi görünen kötülere yer vardı.
Hiç sormayın adını.
ADI BENDE SAKLI