13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1268
Okunma

Sefiye Ana, bir hafta kadar evinden dışarı çıkamadı. Tüm işlerini, Korucu Mehmet ve komşular üstlendiler. Sıhiyeci Yusuf, istisnasız her gün ziyaretine geldi; ilaçlarını muntazaman kullanmasını sağladı; iğnelerini yaptı. Daha sakalları bile doğru dürüst çıkmamış genç bir delikanlı iken, sağlık memuru olarak atandığı bu küçük köyde, ilk elinden tutan, ona evini açan, öz evladı gibi bağrına basan Sefiye Ana olmuştu. Onun iyiliklerini nasıl unutabilirdi Sıhıyeci Yusuf? Hakkını nasıl ödeyebilirdi? Eşi Nezire ve diğer komşu kadınlar da, gece gündüz yalnız bırakmadılar, her ihtiyacını zamanında gördüler.
Yaşlı adam, o günden sonra bir daha balığa gitmedi. Eşinin iyileşme dönemi boyunca tüm zamanını toprakla uğraşarak, onun hizmetine koşarak geçirdi. Zaten çok konuşkan bir insan değildi, bu olaydan sonra iyice içine kapandı, kendi dünyasının gizemli atmosferinde kaybolup gitti.İnsanlarla olan tüm ilişkisini kesti; ne kahvedeki sabah ziyafetlerinde, ne de Cumalar dahil camide hiç gözükmedi.Öyle derin bir suskunluğun içine gömülmüştü ki; eşine bile sadece soru sorduğunda cevap verir olmuştu. Uykuyu da daha az uyurdu artık,kafasının devamlı bir şeylerle meşgul olduğu her halinden belliydi.
Sefiye ana, kendisinden beklendiği gibi, rutin işlerinin başına erken dönmüş, eşinin pek alışık olmadığı ve taşımakta zorlandığı çiftçiliğin ağır yükünü, hiç itirazsız tekrar sırtına almıştı. O, alışageldiği hayat felsefesinin tezahüründe, çalışarak daha çabuk iyileşeceğine inanıyor; evde kapalı kalmayı ise, tahammülü zor bir esaret zulmü ile eş görüyordu. Artık, ineğine, tarlasına, suyuna, ağaçlarına tekrar kavuşmanın sevinci ile, işine bir kat daha şevkle sarılır olmuştu.
Korucu Mehmet ise, artık her sabah erkenden kalkıyor, namazını kılıyor, kahvaltısını yapıyor, kurebisini (uç kısmı kıvrık, bir metre kadar sapı olan, ot ve ağaç budamakta kullanılan bir alet) yanına alarak evden çıkıp gidiyordu. Kalaycuğun deresinin engebeli yatağını takiple yukarılara, sık mora dikenlikleri ile kaplanmış vadinin bakir coğrafyasına yaptığı yürüyüşler oldukça uzun sürüyor, ancak akşam ezanı okunmaya yakın geri dönüyordu. Gün boyunca neler yaptığını, nerelerde gezindiğini kimseye anlatmıyor, kendine kurduğu ayrı bir dünyada, kendince, bildiğince yaşayıp gidiyordu. Onun bu durumu Sefiye anayı üzüyordu ama, elinden de bir şeyler gelmiyordu sözün doğrusu. Birkaç kez konuşmak istedi eşi ile ama, asla başarılı olamadı. Kırılmasın, üzülmesin diye de, suskun kalmayı tercih etti.
Aradan günler geçti. Hazan, bu yılki ömrünü de tamamladı; yerini kışın üşüten tablosuna bıraktı. Yağmurlar daha sık yağar, rüzgarlar daha sert eser,dağların yükseklerinde ise beyazlıklar daha sık görünür olmaya başladı. Bahçe işleri iyice azalmış, Sefiye Ana’nın zamanının büyük bir kısmı evde, çalı çırpıyla tutuşturduğu kuzinesinin yanı başında, küçük mutfağının sıcacık atmosferinde geçer olmuştu. Korucu Mehmet’in hayatında bir değişiklik olmamış, rutin gezilerindeki değişmez arkadaşı kurebisine, balta, kürek ve kazma da eşlik eder olmuştu artık.
Bir gün, elinde bir metre kadar kalınca bir ağaç dalı ile erken döndü gittiği yerden. Dalı, baltası ile maharetle oyarak bir oluk şekline soktu ve evin önünde yüksekçe bir yere yerleştirdi.Daha sonra da elindeki kazma ile bu oluğun arkasına bir ark kazmaya başladı.İşte o ana anladı Sefiye ana eşinin günlerdir zamanını neye harcadığını.
Korucu Mehmet söz vermişti eşine bir kere. ’Su senin ayağına gelecek’ demişti. Sözünden dönmeyecek kadar inatçı, yüce gönüllü ve kara sevdalıydı o. Tüm zamanını, bu ideali uğruna harcar olmuştu. İhtiyar adam, dere boyundaki her kayayı, her su sızıntısını, her oyuğu, her yosunu büyük bir sabırla araştırdı, evinin kapısına kadar cazibe ile akabilecek bir göze bulmak için günlerce uğraştı durdu.
Korucu Mehmet’in dere boyunda kaynak aradığı haberi, köy kahvesinde çabuk duyuldu. İnsanlar onu alaya aldılar, aşağılayıcı kahkahalar eşliğinde günlerce dedikodusunu yaptılar. Bu güne kadar hiç kimsenin başaramadığını, üstelik de bu yaşlı hali ile nasıl başaracaktı?Dere boyunda böyle bir göze de yoktu üstelik. Olsa bile, sarp kayalıklardan nasıl geçirecekti suyu; evine kadar nasıl ulaştıracaktı?
Hiçbir söze aldırmadı, hiç kimse onu işinden geri çeviremedi. Eşinin ısrarları, kış kıyamette hasta olursun ikazlarına da kulak tıkadı. Azimle, inatla çalışmaya devam etti, ümidini hiç yitirmedi. Koca bir kışı dere boyunda göze arayarak geçirdi.
Sisli ve oldukça rutubetli bir Mart sabahı aradığını buldu ihtiyar adam.Küçük bir kayanın hemen yanı başından dereye doğru uzanan, bir kurşun kalem büyüklüğündeki sızıntı dikkatini çekti.Taşı kaldırdı, suyun geldiği yeri eşeledi, yarım günlük bir uğraşın sonunda da bir kısmı toprak altına, bir kısmı dereye akmakta olan, temiz,tatlı ve duru bir su kaynağına ulaştı.Suyun önünü tıkadı, olanca debinin dereye doğru akmasını sağladı ve uzun zamandır gülmeyen yüzünde gülümsemeler belirdi.
-Su ayağuna gelecek Sefiye! Diye mırıldandı kendi kendine...
-Su ayağuna gelecek!...
Gözenin bulunduğu yerden evine kadar, kazması haftalarca süren bir ark oluşturdu. Ark kazamadığı yerlere ağaçları oyarak hazırladığı ağaç oluklar yerleştirdi, yüksek ayaklarla altlarını destekledi. Sarp yamaçlarda aylarca süren bir çalışmanın içine girdi. Santim santim suyu evine doğru yönlendirdi,önüne çıkan engellerden yılmadı, tekrar tekrar yeni çözümler üretti. Suyu her ilerletebildiği mesafe, şevkini bir o kadar arttırdı; çalışması için kendine güç verdi.
Korucu Mehmet, baharı ve yazı bu işin peşinde geçirdi. Artık ne denize, ne bahçeye, ne de başka bir işe bakıyordu. Hayatı derelerde, su peşinde geçer olmuştu. Zaman çabuk geçti, bir yorgun Sonbahar daha nihayetlendi, ağaçlar yaprakını döktü. Karaağaç dalları, karayemiş yaprakları yeniden kar ile kaplandı. Ardından, dere kenarlarında çeşit çeşit menekşeler boy verdi, fındıklar meyveye durdu. Doğanın değişen kostümü, hayatın yeniden canlanması, kuşların şen şakrak ötüşleri, asla dikkatini çekmedi onun. İlgisini çeken ve sevinmesine sebep olan tek şey, baharın gelmesi ile birlikte, gözesinden akan suyun debisini artması oldu. Mevsimler, yağmurlar, rüzgarlar, çiçekler umurunda değildi onun. Hayatında sadece, evine doğru adım adım yaklaştırdığı suyun gerçeği vardı.
Korucu Mehmet’in, su dışındaki tüm dünya işleri ile ilgisini keseli yaklaşık bir yıl kadar olmuştu. Onun bu haline artık köyde herkes, eşi bile alışmış, yadırgamaz olmuşlardı. Aslında artık onu pek de ciddiye alan yoktu işin doğrusu. Aklından da çoktan şüphe eder olmuşlardı.
Yine yağmurlu bir Ekim sabahı, kazmasını, küreğini yanına aldı ve derenin yolunu tuttu. Sefiye ana da, kışa hazırlanıyor, kendileri ve hayvanları için yiyecek stoku yapmakla meşgul oluyordu. Vakit ikindiyi dönmüştü, ineğinin altına kuru fındık yaprakları sermekte olduğu bir sırada, dışarıdan gelen su sesi ile irkildi.
-Goruci, hau tenekelerde su var da. Al da yıka eluni , yuzuni! Diye seslendi.
Eşinden cevap alamayınca sinirlendi ve söylendi kendi kendine...
-İhtiyar kofana ne olacak!...Cevap vermeye bile tenezzül etmeyi artuk.
Fazla üstelemedi, işini yapmaya devam etti. Ama biraz sonra su sesinin hala kesilmediğini fark edince meraklandı, dışarıya çıktı. Çıkması ile bir çığlık atması bir oldu. Uzunca bir süredir bir peysaj aksesuarı gibi kapılarında duran ağaç oluktan, bir kalem büyüklüğünde, duru ve devamlı su akmaktaydı.
Su, Sefiye ana’nın ayağına gelmişti.
Duygulandı yaşlı kadın. Titreyen adımlarla oluğa yaklaştı, şırıl şırıl akan suyun yanı başına çömeldi, sessiz sessiz göz yaşı döktü bir süre. Evlerini şenlendirecek, soyarını yaşatacak çoluk çocukları yoktu belki ama, sade ve mutlu geçen bir hayatın sevincini barındırıyorlardı gönüllerinde.
Safiye ana, çok mutlu oldu, eşine duyduğu sevgi ve saygı bir kat daha arttı. Sabırsızlıkla bir an önce dönmesini, boğazına sarılıp, ak sakallarında doya doya öpmeyi bekledi. Kendisi için yaptığı bu fedakarlığı nasıl ödeyeceğim diye düşüncelere daldı.
Zaman çok zor yol aldı o gün. Güneşin, Yeni Köy sırtlarından batıya kayıp gittiği, bu güzel sahil köyüne karanlığın gölgesinin düştüğü akşam saatlerde dahi, Sefiye Ana hala su oluğunun başında oturuyor, eşinin dönüşünü bekliyordu. Köy camisinden akşam ezanı okundu; namaz eda edildi; insanlar, yavaş yavaş evlerine uzanan patika yollara yöneldiler. Korucu Mehmet, alışılagelmiş saatte evine dönmedi. Oysa, akşam namazını hep zamanında kılmaya dikkat eder, hava karardığında muhakkak eşinin yanında olurdu. Sefiye Ana’yı bir meraktır sardı, telaşlara düştü. Komşularından yardım istedi.
-Ula Temel, uşağum!...
-Ne oldi Sefiye Ana?
-Uşağum, Memed emicen eve gelmedi.
-Ne diysun? Geliyrim haman!
Temel ile birlikte, diğer komşular da çıkıp geldiler bağrışmalara. Ellerinde gemici fenerleri, su arkı boyunca ihtiyar adamı aramaya başladılar.
Korucu Mehmet’i, Kalaycuğun Deresinin derinlerinde, bir ağacın gövdesine yaslanmış, karanlıkta öylece otururken buldular.Yüzüne, zor, hatta imkansız gibi görülen bir işi başarabilmenin verdiği huzur; dudaklarına ise, bir yıldır mücadele ettiği suyun, tüm güçlükleri aşıp, evinin önünde nihayetlendiğini hissetmenin mahçup tebessümleri yerleşmişti. Gözleri yarı açıktı ve karanlığın içinde bir noktaya asılı kalmış gibi duran yorgun bakışlarından, yüreğindeki sevginin gücü ile, bu vahşi doğayı yenebilmenin hazzı okunuyor gibiydi. Temel, amcasını sırtladığı gibi evine getirdi, yatağına yatırdı. Durumunun iyi olmadığı fark edilince, acilen Sıhıyeci Yusuf çağrıldı.
Korucu Mehmet, eşine suyu getirebilme uğruna hayatını hiçe saymış, kar kış demeden çalıştığı dere yatağında zatürreye yakalanmıştı. Durumun ciddi olduğunu fark eden Sıhiyeci Yusuf, acilen ilçeye gitti ve doktor arkadaşını alarak köye getirdi, gerekli muayeneleri yaptırdı. Ama, tüm gayretler,tüm tedavilere rağmen, onu hayatta tutmayı başaramadılar. Bulutların dağ eteklerine kadar uzandığı, denizin öfkeyle sahili dövdüğü,yağmurun usul usul çiselediği bir Aralık günü, öğlen namazını müteakip kılınan namazdan sonra, köyü ve denizi hoş bir tepeden seyreden mezarlığa, anne-babasının yanı başına defnettiler onu.
Korucu Mehmet’in bulduğu yöntem sayesinde, köyümüzdeki evlerin her birinin şu anda kendilerine özel su şebekeleri var. Aradaki tek fark, ark yerine şimdi yarım parmak çapındaki plastik su borularının kullanılıyor olmasıdır. Küçük bir gezi yaptığınızda, dere yatağında sağlı sollu uzanan onlarca plastik su borusuna rastlayabiliyorsunuz.
Namaz saatleri dışındaki tüm zamanlarını, köy camisinin altındaki küçük kahvede sohbet yaparak geçiren köy ihtiyarlarının en önemli görevi, bölgede sık ve yoğun görülen yağışların arttırdığı derelerdeki suyun, hızlı akış esnasında hasar verdiği bu şebekeleri onarmak, daima çalışır durumda bulunmalarını sağlamaktır. Ben dahi, dedem ile birlikte çokça su hattı tamirine gitmişimdir çocukluğumda. Şu anda da küçük oğlum, dedesi ile aynı görevi büyük bir zevkle yerine getirmekte.(Bitti)
Bir tutam hayat-24.05.2014-Azerbaycan