3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
586
Okunma
1994’ den 2014’ e kadar kaç yıl geçti sensiz? Kaç bahar, kaç yaz, kaç kış ve kaç sonbahar? Açan leylaklar senin gibi kokmadılar hiçbir zaman; doğan güneş senin gibi ısıtamadı; yorganlar senin gibi saramadı ve dökülen hazan yapraklarının verdiği hüzün, senin ayrılık acısının yanında solda sıfır kaldı…
Yazdığım şiirlerden hiç tat alamadım. Yaktım hepsini de kızgın ateşte. Külleri sağa sola kelebekler gibi uçuşurlarken kanatlarındaki:
Canım Annem, Canım Annem/ En büyük aşkım, sensin! dizelerini okudum…
Sadece bir gün değil, yaşanan her gün senin.Kimileri, etek; kimileri çiçek; kimileri mavi böcek aldılar annelerine. Ben ise yanına gelip toprağını bile okşayamadım ama sana canım feda olsun anne!...
Sağlığında derdin ki; “ muhannete muhtaç olmak, en aşağılık bir durum.” Sözünü dinledim. Çok çalıştım, didindim. Hanlarım hamamlarım yok ama senin gibi başım dik anne!
Hani sen tarlalarda ırgatlık yaparken akşam eve dönüşlerinde bizi kanatlarının altına alır, sevgini eşit bir şekilde üleştirir, çalı ateşinde bir şeyler yapıp önümüze koyardın, ve biz de tavayla birlikte parmaklarımızı yerdik ya! Ne yazık ki; şimdi yediğim yemeklerde o tadı bulamıyorum anne!
Çok yazıp seni teselli yerine gözyaşlarına boğmak istemiyorum anne. Her zaman son nefesime dek başımın tacısın, hiçbir sevgi senin yerini dolduramaz anne!
Seni çok seviyorum, ahhh diye iç çekip “biraz daha yaşasaydın ve beni öksüz bırakmasaydın” diye haykırasım geliyor anne!