5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1174
Okunma


-Sana o çok sevdiğin insanları getirdim. Hayranlık duyuyordun, yazılarını okuyordun; neden gelmedin yanlarına? Üstelik bir hoş geldin bile demedin. Öylece uzaktan bakıp durdun. Ayıp oldu adamlara, çünkü sizin hayranınız diye neler anlatmıştım.
-Kırıldılar değil mi?
-Tabi ki başka ne bekleyebilirsin ki?
-Evet haklısın başka ne bekleyebilirim ki? Diye söylendi yavaşça.
-Üzgün olduğu anlaşılmıyordu ama dalgın ve düşünceliydi. Camdan yağan karı izliyordu. Oysa arada suçlayıp duruyordu. Birden seslendi başını çevirmeden gelsene, eliyle işaret etmişti. Cama yaklaştı.
-Buyur.
-İzle bak.
-Evet görmemi istediğin ne, karın yağışından başka?
-Görmeni değil fark etmeni istediğim bir şey var..
-Evet bunları konuşmuştuk. Dünyadaki bütün teknolojinin, insanların büyüklenmelerinin, şımarmalarının bir anda sıfırlanmasının, aslında bir kar tanesinin yağıp yağmamasına bağlı olduğunu, ya da arıların yok olmasına bağlı olduğunu…
-Hayır, hayır bu başka.
-Lapa lapa kardan başka bir şey göremiyorum ama sen mutlaka bir orijinallik bulmuştursun.
-Biliyor muydun milyarlarca kar tanelerinin hiçbiri birbirinin aynı değilmiş.
-Evet duymuştum.
-Ve bunca kar tanesi yağarken birbirine değmezmiş.
-Evet bunu da biliyorum.
-Yani kendisi olabilen bir varlık kar tanesi. Yere düşünce başkalaşıyor. Değiyor temas ediyor diğerleriyle ve o orijinalinde bulunan müthiş görüntüyü ve gizemi kaybediyor, aynileşiyor.
-Nereye varmak istiyorsun anlamadım.
-Hani senin çok sevdiğin yazar vardı. Hiç kaçırmazdın kitaplarını. Hemen okur okuturdun. Okumayanlara da kızardın..
-Haa o mu?
-Evet, O. Ne oldu hiç görmüyorum artık kitaplarını.
-Olur mu, hemen gönderir bana ilk baskıdan sonra imzalı olarak.
-Hayır hayır. Kitap edinmiyorsun demiyorum artık onun kitaplarını okumuyorsun. Neden?
-Şey ya. İşte sık sık görüşünce gerek duymuyorum. dedi sustu merak ve endişe hakim olmuştu yüzünde nereye varmak istiyordu acaba.
-Biraz sessizlik sürdü. “Gel yanıma” dedi. iyice yaklaştı.
-Şimdi şurdan bir kar tanesi seç yere düşene kadar takip et. Seçti ve takip etti. Yüzüne baktı merakla. “devam et” dedi. Bir süre sonra anlamlı bir bakış atarak merakla bakan gözlerindeki soru işaretlerini gördü:
-Her kar tanesi, kar tanesi olduğu zaman anlamlıydı. Bir kişiliği vardı. Bir şey ifade ediyordu. Ama ne zamanki yere kavuştu diğerleriyle buluştu kendisi olmaktan çıktı. Kar öbeği oldu. Orijinalliği bitti. İşte sen hayran olduğun o yazarla ne zamanki tanışıp ta, arkadaş oldun senin gözünde onun orijinalliği bitti. O kar tanesiydi sen ona hayrandın. Oysa öyle kalsaydı daha faydalı olacaktı sana. Ama sen onu olduğu yerden indirdin. Ülfet peydahlandı aranızda ve baktın ki buda ‘sıradan’ insanmış. Hepimiz sıradan insanız ama, sen O yazarın yazılarını da bu sıradanlık içine soktun farkına varmaksızın. İşte ben bu korkumdan yaklaşmadım misafirlere.
-Belki doğru söylüyorsun ama biraz abartmadın mı? Yani nihayet bir iki saat masamızda oturacaktın.
-Hayır hayır, bazen beş dakika bile yıkar köprüleri. Küçücük bir adabı muaşeret hatası soğumama neden olabilir. Yada biraz muhabbet çok samimi olmama, ‘ülfet’e neden olabilir. Bırakalım herkes kar tanesi gibi kalsın. Biz bal devşiricileriz ve her çiçekten de bal almak isteriz. Ama her çiçek yerinde dursun, koparıp vazoya koyup masamızda durmasının faydası yok.
-Yani ben koparıp vazoya mı koydum?
-Hiç şüphen olmasın aynen öyle yaptın…
…………………………………………………………………………………………………………………………………..
ÜLFET: Alışkanlık. Derin ve içsel bir alışkanlık. Bize yapışır, farkına varmayız. Bizim derin ve gerçekçi düşünmemize engel olur. Bu yüzden insanlar mantıklı düşünseler bile mantıklarıyla değil duygularıyla hareket ederler.
Önce çevrendeki herhangi bir şeye hayret edersin, heyecan duyarsın. Sonra alışırsın, çok doğal ve sıradan gelir. Bir ağacın çiçek açması, meyve vermesi vb. hayran olduğun insanın sıradanlaşması…
Ezberlediğin aile içi ilişkilerinin tek düzeyde gitmesi ve monotonlaşması.
Ezberletilen tüketim duygusu.
Tembellik ve üretken ve derin düşünmeyi engellemesi. Fotoğrafta görmek istediğini görmesi; tamamına bakmasının canını sıkması.
Özeleştiri yapamaması. Aynaya bakamaması. Kendisi olamaması.
Bunların hepsi ve dahası tutku haline gelen içsel alışkanlığımızın bizi esir almasından kaynaklanıyor. İşin en vahimi de bunu fark edemeyişimiz ve kendimizi hep haklı ve özgür sanışımız.