13
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2072
Okunma

Zor oluyor vatandan ayrılmak; vatan toprağının, havasının, suyunun, insanının özlemine katlanmak gerçekten zor oluyor. Hasretler hep zordur ama, söz konusu kendi toprağın, kendi insanın oldu mu, bir başka türlü düşüyor gönlünüze kor ateşler, bir başka yakıp geçiyor duygularınızı özlem yangınları. Kendi ufuklarınızdan doğan güneş; kendi caminizden okunan ezan;kendi denizlerinizin serininde süzülen martılar; kendi ormanlarınızda gezinen bin türlü börtü böcek; kendi ırmaklarınızda yıkanan sevda türküleri; kendi göklerinizde yurt edinen yağmurlarınız... Hepsi bir başka anlam kazanıyor, bir başka değerleniyor gözünüzde.
Bu gün Pazar. Nisan ayının son günleri. Güzelim bahar mevsimi, çoktan yolu yarılamış, bu yılki ömrünün de kemaline ermiş vaziyette. Şimdi, memleketimin derelerinde mor menekşeler açmıştır; fındık dalları yeşermiş Karadeniz’de, erguvanlar duvağa durmuştur boğazın derinliklerinde. Şimdi, memleketimde resmi geçide durmuştur tüm güzellikler.
Burada, sevimsiz, şekilsiz, çinko damlı alçak ev denizinin alabildiğince uzanıp gittiği; yorgun ve bezgin bakışlarımı prangalara vuran bu sevimsiz coğrafyada, bir bukle güzellik aramakta ruhum, duygularım. Bir küçük köpek yavrusu, yolunu kaybetmiş bir kedicik, penceremin pervazına konacak bir küçük serçe, koklayabileceğim bir güzel çiçek. Değişik ve güzel bir şeylere, dudaklarıma tebessümler resmedebilecek bir maharetli ressama ihtiyacım var.
Her sabah, programlanmış bir robot misali saat yedide kalkmak; her gün aynı hazırlıkları tekrarlamak; aynada kendine iyi sabahlar dilemek;sakal tıraşı olmaya üşenmek; aynı saatte evden ayrılmak... On ikinci kattaki yaşlı bayanla her gün asansörde karşılaşmak, sevimsiz parfümünün kokusuna on bir kat boyunca katlanmak...
Eğer on iki yaşındaki Ayhan ile karşılaşabilirseniz, üç beş kelime hoş sohbet yapar, güne bir bukle neşeli başlarsınız. Yok onuncu kattaki kendini beğenmiş bayana denk düşerseniz, yandı babam keten helva o gün. Zira, kadının ve de kocasının yüzlerinde resmen nur yoktur; sevimsizliğin abidesi gibidir her biri de. Zaten birbirlerine vuran öküz misali bakışlarından, o gece de yeni bir dünya savaşı gerçekleştirdikleri belli olmaktadır. Bir de sevimli kızları var ki; insanın bıkmadan sevesi geliyor. Gelmesine geliyor da, ne mümkün ufaklığın saçına, yanağına dokunmak. Her an bir tokat yeme ihtimaliniz çok yüksek.
Aracımın gelmesi beş on dakika sürebiliyor. Bu süre zarfında da insan manzaralarının doyumsuz zevkini tadıyorum her sabah. Okullara servis kültürü çok gelişmemiş, çocukları ebeveynleri götürmekte okula sabahları. Anneler, babalar, çocuklar, tüm aile beraberce sokaklarda erkan saatlerinden günün. Genellikle fakir insanlar ama, inanılmaz güzel ve temiz giyinmekteler. Çocuklar, anneler, babalar, yaşlılar, her birinin giyim zevki bir başka güzel. Bu insanların bu yönüne gerçekten hayranım.
Gidiş güzergahımız ve mesafemiz çok uzun değil. Topu topu on-on beş dakikalık bir yolculuk yapıyoruz. Bu kısa yolculuk, hem güzellikleri, hem de çirkinlikleri ardı ardına sunuyor bakışlarımıza. Baharın gelmesi ile yeşillenen bol ağaçlı sokaklardan geçiyoruz önce, daha sonra da sağı solu çöp yığını haline dönüşmüş bakımsız yollardan, kocaman çukurlara bata çıka fabrikamıza ulaşıyoruz.
Eğer, hayatın güzel yönlerini arayıp bulmayı becerebiliyor, bu kararlılığı bünyenizde devamlı barındırabiliyorsanız; şüphesiz bir tebessüm demeti derlemeyi becerebileceksinizdir monoton yaşantınızdan. Yüce Yaratan, bir yerlere serpiştiriyor her zaman işte mutluluk gizemlerini. Marifet arayıp bulmayı becerebilmekte.
İşe gidiş geliş güzergahımızın şehir içinde kalan bölümünde yer alan bir sokakta, pembe çiçekleri olan ve çok hoş gözüken ağaçlara rastlıyorum bir haftadır. Türkiye’den geleli bir hafta oldu zaten ve gitmeden önce bu çiçekler açmamıştı. Albenisi o kadar yüksek ki ağaçların, gerçekten bakışlarımı alamıyorum güzel görünümlerinden.
Çevremdeki insanların hiç birinin umurunda değil bu durum. Ne Azeri’lerin, ne de Türk’lerin pek dikkatini çekmiyor nedense? Şoförümüze soruyorum ne ağacı bu diye, bilgisi yok. Govak, akasya, çam gibi hiç bir güzelliği olmayan ağaçları tanıyor da, bu pembe renkli, güzel görünümlü ağacı bilemiyor.
Bu kadar sevimsizliğin arasında, yakalamışım ya bir küçücük güzellik, bırakır mıyım peşini? Tanıdığım herkese, tüm işçilerime, mesai arkadaşlarıma, komşularıma soruyorum. Yok!... Tanıyan, bilen yok ağacı. Yıllardır berber yaşadıkları bu harika canlıyı araştırmak, tanımak, bilmek, ilgilenmek akıllarına gelmemiş. Orada, sokağın birinde, yıllardır kendi kendine yaşamış; her Nisan sonu ve Mayıs başı harika çiçekleri ile dallarını pembeye boyamış; bu sevimsiz şehrin küçük bir bölümüne, kısa bir zaman zarfında da olsa sevimlilik taşımış bu Tanrı vergisi güzelliği kimse fark etmemiş. İlginç ve üzücü bir durum.
Mevsim dönüşleri ve iklim değişiklikleri, artık kemale eren yaşımız nedeni ile ağır gelmekte vücudumuza. Çok yoruluyor, yeterince dinlenemiyoruz. Bu nedenledir ki, Pazar günlerini iple çekiyoruz; değil evden, yataktan bile çıkmak gelmiyor içimizden sözün doğrusu. Öylesine tembel tembel yatıp uzanmak, televizyon seyretmek, kitap okumak güzel oluyor. Sadece haftalık alışveriş için, o da kısa bir süreliğine market ve pazara yolumuz düşüyor, hepsi o kadar. Bir de çörekçi bibi var. ondan da, iki adet tandır çöreği alıyorum, bir hafta boyunca idare ediyor beni.
Bu Pazar, erken çıktım evden biraz. Hava açık, güneşli ama, meşhur Hezri küleği yine esmekte bildiğince, havanın ısınmasına imkan tanımamakta. Soğuk rüzgara ve yorgunluğa kulak asmadım, tembelliği de elimin tersi ile ittim ve sıkıca giyinip sokağa çıktım. Bu kez yönüm markete ve pazara doğru değildi. Pembe çiçekli ağaçları bulacak, inceleyecek, adını sanını öğreneceğim, kararlıyım. Aslında ne olduklarını tahmin etmekteyim de, tam emin değilim doğrusu. Ağacı ve çiçeklerini yakından gördüğümde olayın çözüleceğini zannediyorum.
Ana caddeden, aheste aheste yürüyorum, ileride görünmeye başladı pembe çiçekleri ile ağaçlar. Telefonumu hazırlıyorum usuldan, bir iki poz da fotoğraflarını çekmeyi düşünüyorum ama, sözün doğrusu biraz da çekiniyorum. Yabancı bir memlekette, olur olmaz yerde fotoğraf çektiniz mi; hele de burası komünizm gibi sıkı bir yönetim terbiyesinden gelen bir ülke ise, biraz daha dikkatli olmanız gerekiyor bu fotoğraf işlerinde. Kötü örneklerini yaşamış arkadaşlarım var zira.
Hedefimdeki ağaçlara tam yaklaşmıştım ki, önünden geçmekte olduğum bir evin aralığından arka tarafına kaydı bakışlarım. Pembe ağaçların çok daha büyükleri ve güzelleri, kocaman ve çiçekli dallarını dar sokağa doğru sarkıtmışlardı. O tarafa yöneldim hemen, hastane binasını andıran ve Ruslar zamanından kalan bu uzun evin arka tarafına dolandım. Nefis bir manzara ile karşılaşacağıma emindim; resmen heyecanlanmaya başlamıştım.
Ve...
Muhteşem sürpriz... Ağaçlar gerçekten orada idiler, güzeldiler, oldukça da fazla idiler ama, manzaranın genel görünüşü oldukça enteresandı.
Alel acele fotoğrafı çektim, sonra da bir küçük çiçek kopardım, pazara doğru yola çıktım. Çörekçi bibiye uğradım, ona da sordum çiçeği göstererek, o da tanıyamadı. Akasya mı acep dedi? Değildi. Akasya Karadeniz’de var ve iyi tanırım, bu güzel çiçekli ağaç yok, yakından tanımıyorum.
Alışverişimi yapıp eve döndüğümde, hemen internete oturdum, elimdeki çiçeği araştırdım. Yanılmamıştım. O güzel ağaç Erguvandı ve hiç kimse tanımıyordu burada.En azından ben tanıyana rastlayamadım. İstanbul boğazının güzel ağacı hani. Ankara’da da, Dikmen sırtlarında görmüştüm bir kaç kez.
Güzel erguvan ağaçları ve ilginç çamaşır manzaraları... Beğeninize sunuyorum efendim.
Bir tutam hayat-27.04.2014-Azerbaycan