Biz ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz. la rochefaucauld
Si
Simurg Bengisu

İKİ POĞAÇA İÇİN ÜÇ GÜL

Yorum

İKİ POĞAÇA İÇİN ÜÇ GÜL

2

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

1145

Okunma

İKİ POĞAÇA İÇİN ÜÇ GÜL

Uğursuz bir hastalıktı. Günlerce yataktan çıkmadım. Ateşler içinde kıvranıp duruyordum. Dilim laldı sanki. Halimdeki şikâyeti gözlerimle anlatıyordum. Başucumdaydı. Alnıma dokundu. Yüzümde hafif bir esinti oldu. O fark etmedi. Ateşimin yükseleceğinden endişe ediyordu. Kendimi iyi göstermeye çalışsam da faydasızdı. Onu ilk kez bu kadar çaresiz görüyordum. Canım daha çok yanıyordu. Hekim lokman ilaçlarından içirdi. Üstüme birkaç battaniye atıp ateşimin düşmesini bekledi. Terliyordum, sonra tekrardan ateşleniyordum. Yüzündeki ifade ateşlenmekten beter bir durumdu. Ondaki neşenin yitmesine sebep olan bendim. Utana sıkıla yatakta debeleniyordum. Beni anladığını biliyordum. Gözlerimi kapadım, uyuyor gibi yaptım. O da uyusun istedim. Odanın ışığını kapatsa da aklı bendeydi. Bir an olsun uyumadı. Kaygılı dokunuşlar gece boyunca hiç eksilmedi.
Sabah erkenden uyandırdı. Evdekilerin hüzünlü bakışları arasında elbiselerimi giydirdi. Sırtına aldığı gibi hastanenin yolunu tuttu. Sırtında kuş gibi hafiftim. Yine de ağrıma gidiyordu. Ona yeterince yük olduğuma inanıyordum. Kollarımı boynuna doladım. Sırtı sımsıcaktı. Ondaki güçlülük beni daha çok nazlandırıyordu. Hastaneye vardık. Henüz sırtındaydım. Koridora girince beni indirmesini istedim. Boş bulduğum bir sandalyede zar zor oturdum. Biraz dayan dercesine sarılıp okşadı. Sıra beklemekten çok oturmak yorucuydu. Hiç rahat değildim. Hasta yakınlarının iç çekişleri de tuhaftı. Hangi hastanın durumu daha kötüyse ona bakıp yazıklanıyorlardı. Nihayet sıramız geldi. Doktor muayene etti. Hastalığımı anlar gibi başını salladı, hemen serum takılmalı, dedi. İçerde iki hemşire vardı. Uzun boylu olan diğer hastaların olduğu odaya aldı. Yataklardan sadece biri boştu. Bana serum bağladılar. Epey zaman geçti. O hiç yanımdan ayrılmadı. Arada elleri yanaklarıma değiyordu. Ateşim düşmüş olmalı ki tebessüm ediyordu. Serum bitti. İğne vurulacaktı. İçerde uzun boylu hemşire ile başka hasta yakınlarından birkaç kadın vardı. Birileri varken iğne yapılsın istemiyordum. Ona gözlerimle işaret ettim. Kaygılandığımın farkındaydı zaten. Gülümsedi. Kadınları ikna edip dışarı çıkardı. İğne bitince yanıma geldi. Saçlarımı okşayıp en çok ne yemeyi özledin, diye sordu. İlk aklıma gelen kuru soğan oldu. Kuru soğan canın çekiyorsa tamamdır, iyileşiyorsun dedi. Evdekilerin bildiği bir durumdu. Evdekilerle aramdaki fark kuru soğandı. Onlara acı gelen soğan dilimlerini gözlerimden yaş gelse de yerdim. Kuru soğan güçlü olduğumun kanıtıydı. Çizgi film kahramanı Temel Reis’in ıspanağı varsa benim de kuru soğanım vardı...
Hastaneden çıkınca kurt gibi acıktığımı hissettim. Bir pastanenin önünden geçiyorduk. Tezgâhtaki yuvarlak, kat katlı poğaçalara baktığımı gördü. İstiyor musun demedi. Bana içerden iki tane poğaça aldı. Rahatça yiyeyim diye de az ötemizdeki bir çocuk parkına götürdü. Reçetedeki ilaçları alacaktı. Çocuk parkında bana bekle geliyorum, dedi. Poğaçalar çok lezzetliydi. Üstü susamlı, gevrek poğaçaları yedikçe yiyesin geliyordu. Katları ayırıp parça parça ısırıyordum. Öyle ki yıllara yayılan lokmalar hep aklımda kaldı…
Geniş bir alanı kaplayan parkta biraz dolaştım. Eski gücüme kavuşmanın verdiği sevinci haykırmak istiyordum. Keşke kanatlarım olsaydı. Uçardım. Hem sonrasında gökyüzündeki yıldızlara yakın olurdum. Dünyayı kötülüklerden korurdum. En çok da onu mutlu ederdim. Sırtıma alır hiç görmediği yerlerde gezdirirdim. Sahi nerde kaldı? Eczane çok mu uzaktı? Boş yere tasalanıyorum. Birazdan gelirdi. O an gözlerimde parlayan bir ışık gördüm. İçimdekini anlatan bir ışıktı. Gül bahçesindeydim sanki. O güllerin çekimine kapıldım. Onca gül arasından üç güle uzandım. Dikenler iriydi ve parmaklarıma batıyordu. Hiç umursamadım. Gülleri kopardım. O güllere onun kokusunu ekledim. Burnuma mis gibi kokular geliyordu. O ara arkamdan birinin bağırdığını duydum. Bekçiydi. Biran ne yapacağımı şaşırdım. Adamın korkunç gözleri vardı. Yakalanmak beter bir haldi. Önce görevim sonra yakalanmak olabilirdi. Karşılığında her cezaya razıydım. Tabanları kaldırdım. O da kovalamaya başladı. Bekçiyle aramdaki mesafe azalır gibiydi. Parkın çıkışına yöneldim. Ordan çıkmayı başarırsam kurtuldum demekti. Sinir küpü olan bekçinin ne yapacağı belli olmazdı. Bazı büyükler nasıl ki çocukları dinlemeden öfkelerini dışa vuruyorsa o da öyle yapacaktı. Ya küfür atacaktı ya dövecekti ya da siniri boşalıncaya kadar hiç susmayacak tepemde dikilecekti. Ona o fırsatı veremezdim. Can benim canımdı. Henüz iyileşmedim. Yine ter içinde kaldım. Uğursuz hastalık tekrar başlayacaktı. Hayır, dayan, az kaldı az… Elinde ilaç poşetiyle o çıkageldi. Nefes nefese kaldığımı görünce telaşlandı. Kimden kaçtığımı sordu. Sustum. Elimdeki gülleri hemen ona verdim. Bekçi yanımıza kadar geldi. Olayı anlayınca çıtı çıkmadı. Başını öne eğip geri gitti. O ise şaşkındı. Bir bana bir de elindeki güllere bakıyordu. Ter içinde kalışıma üzülse de güllerin kokusu yeterli geldi. Belki de hayatının en anlamlı gülleriydi. Birkaç damla yanaklarından süzüldü. Beni sarıp sarmaladı. İki poğaça için üç gül mü kopardın, deli çocuk seni, dedi annem…



Şeyhmus Közgün

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
İki poğaça için üç gül Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İki poğaça için üç gül yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İKİ POĞAÇA İÇİN ÜÇ GÜL yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
DemAN
DemAN, @deman
26.2.2014 18:48:19
Anneler, en kutsal varlıklarımızdır. Yazının ilk mısralarında "Beni sırtına aldı" ancak bunu bir anne yapar. En sevdiğimiz, aşık olduğumuz sevgilimiz veya eşimiz bizi sırtına alır mı? belki müstesnalar vardır. İşte anneler böyledir dokuz ay karnında, gerektiğinde yaşımıza, başımıza bakmadan sırtına almaktan çekinmezler de...
Peki on çocuğa bakabilen bir anneyi on çocuk taşır mı?
On çocuğa bakan, koruyan bir babayı on çocuk alıp onu sırtlar mı?

Ben annemi 7 yaşında kaybetmiş biri olarak keşke annem olsaydı onu birkez olsun sırtımda taşıma erdemliğine ulaşabilseydim diyorum.

Ve anneleri olanlara sesleniyorum anneniz varsa ellerini öpün, koruyun ve gerektiğinde siz onları sırtınızda taşıyın, taşıyanları az da olsa görmüşümdür ve şöyle demişimdir "Cenneti sırtlamış giddiyor" deyip keşke ben de böyle bir cenneti sırtımda taşımış olsaydım deyip ağlamışımdır.

Gerçek cenneti bulmak, anneyi sevmekle olur deyip hüzünlenerek, gözlerime toz kaçaraktan çıkıyorum





Fırat Avcı
Fırat Avcı, @firatavci
26.2.2014 00:37:53
Sıcacıktı yazı. Her anne yazısı gibi bir yazıt olup dikildi benliğimde bir yerlere. Kutladım.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL