6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
699
Okunma

Kar düşerken…
Arkasında bıraktığı mezarların kuytu köşelerinde koyu gölgeler oynaşırken,o, gecenin içindeki karanlığın derinliklerine doğru ağır adımlarla yürüdü. Solgun gibi görünen sokak lambaları, onun eve yaklaştığının haberciliğini yapmıştı. Rüzgarın savurduğu birkaç kar tanesi, yamalı parkanın ön kısmından girip, ılık bir tende inceden inceye erirken,o, iyice boynunu parkanın içine çekmişti.Aslında daha düne kadar kaldığı hücrede bundan çok daha üşüdüğünü hatırlayıp, soğuğa gülümseyip yürümeye devam etti.
Soğuktan morarmış ince parmaklarıyla aralayıp kırık kapıyı, çelimsiz adımlarla avludan geçip, harabe evin giriş kapısına geldiğinde bir an duraksadı. Ardında bıraktığı ayak izlerine sonrada griye dönmüş gökten salınarak düşen kar tanelerine baktı. Uzun ak saçlarındaki kar tortularını, başını sallayarak giriş kapısının önünde silkeledi.
İkinci kez girdiği salonda volta atar gibi birkaç tur attı. Attığı her adımda, parkelerden çıkan gıcırtılar kırık camdan dışarı salınıp, rüzgarın ıslığına karıştı.Örümcek ağlarıyla kaplı tozlu kitap rafının yanına geldiğinde, raftaki en kalın kitabı el yordamıyla seçip, rast gele sayfalarını çevirdi. Bu sadece onun eskilerden kalma bir alışkanlığıydı. Karanlığa alışmış gözleriyle şömineye yaklaştı.
Kopardığı sayfaların birkaçını tutuşturdu ardından kitabın geri kalanını.
Karanlığın tonu biraz açılınca, masanın kenarında duran ahşap sandalyeyi gözüne kestirip, parçaladı. Eski küllere can veren bir kitap, bir ahşap sandalyenin altında alevlerle gürledi.O yarı aydınlık yarı karanlık, dört köşe bir yerde kendini uyurken ısıtabilecek bir şeyler aradı. Buldu da.
Çıkınından çıkardığı ekmek parçasını, dışarıdan getirdiği karla ıslayıp yumuşattı. Yediği her lokma düğüm düğüm boğazından geçerken, içinden Martin’e teşekkür etti. Buraya gelirken yol kenarında karşılaştığı Peter Martin’in rastgele bir armağanıydı bu çıkın.
Oysa bir başkası için hazırlanmıştı. Yaşamak için ekmek, donmamak için ateş ve hayatta kalmak için Tanrı’nın lütuflu dokunuşuna ihtiyacı vardı her insanın. Yazılmış bir yazgı; kaderin yol sapaklarında ayrılan yollar, kesişmeseydi eğer birdenbire bir patikada, son nefesler dünden verilecekti.
Bir mahkumiyetinin ilk özgürlüğü sırasında, bir azizenin heykeli önünde kısa bir karşılaşmaydı, hayatta kalış hikayesi. Küçük, içli bir sohbet sırasında, derin bir ömür, küçük bir çıkında ona sunulmuştu.
Bunlar aklına geldiğinde rahibe bir kez daha Tanrı’nın şahitliğinde teşekkür etti. Onun verdiği yamalı para kesesini açıp, içindekileri yere boşalttıktan sonra, elindeki keseyi kokladı. O an ikinci kez söylenen bir dua dudaklarını ısladı. “O azize ve karı üstüme hafifçe döken Tanrı şahit olsun ki nefesim benden gitmedikçe , bu yaptığın iyiliği sana ödemeye geleceğim bir gün. Bu mahşer günü olsa bile …”
Harap evin tozlu koynunda bir geçmişin izleri tazelenirken, yüz tutmuş eski bir zamanın isyankarlığını boğan çıkın , yeni bir hayat doğuracaktı sabaha yakınken zaman…
Üşüyen içini ısıtmak için çıkınından çıkardığı yarım şarap şişesinden bir yudum aldı, yorgun gözlerle son kez yanan kitabın küllerine baktı.Büzüştü, büzüştü her şey gözlerinde, sonrasında uykuya daldı yorgun bedeni…
Saati olmayan bir sabaha uyandığında dışarıda hala kar yağıyordu ve kırık pencereden içeri sızan ince tortular içerideki tek beyaz duran şeylerdi. Ağzından çıkan buhar salonda kaybolurken, soğuk bir evde uyandığına, hücresinde olmadığına ve kar yağdığını gördüğü için ; delik tavana başını kaldırdı haykırmadan dua etti. Kar düşerken yerlere ılıktır havalar, ayaz dondurmadan yüreği işe koyulmalıyım diye eskisini, yeniden yaşamak adına gezindi tekrar salonda…
Arada bir düşünürken uzamış ak sakalını sıvadı nasırlı elleriyle. Son aldığı mektubun satırları takıldı aklına. “Vazgeçemediklerin kalın dalların arasındadır, ki sen sevdikçe çınar ağaçları hep dik durur bu uçurum yamaçlarında..”
Pencere kenarına birkaç adım attı. Avucuna doldurduğu karı dudağıyla emip içti.Düşündü, düşündü…
Ani bir refleksle salonda duran masayı kitap rafının önüne doğru çekti. Rafın üstünde duran beş kitaptan en kalınını seçti. Ayakları yere dokunur dokunmaz sayfaları karıştırdı. Arasından düşen üstü boş zarfı açtı. Okumaya başladı…
“ Dostum Lucas, bu satırları okuduğuna göre yaşıyorsun demektir. Sana son ihtiyacın olan şeyler belki de ayaklarının altındadır. Bileklerinde demirin küfü olsa da sen hep yürü o IŞIK(Ğ)a doğru, gün batımı mutlak aydınlanacak yeryüzü…”
Bu satırlardan sonra ara verdi düşüncelerine ve okumaya. Öylesine gezindi. Kar düşerken ne güneş doğar ne gün batardı bu salonun penceresine. Aklına durmadan buradan çıkıp gitmek gelse de o inadına güneşi bekledi, bir de randevu verdiği faytoncunun buraya gelmesini…
Isınmak için şömineye attığı bir iki kitap, çıkınından çıkardığı kuru ekmek parçası dışında, hayata tutunacağı tek şeydi, okuduğu mektubun satırlarında kalan yaşam gücü…
Kar düşmeye devam ediyordu kırık pencerenin aralığından, salonun kenarına….
“sallama öyküler ve klavye yorgunluğu…"
-Başta bana beyaz bir sayfa sunup yazmama olanak sağlayan "Edebiyat Defteri Çalışanlarına", ardından naçizane yazımı güne taşıyıp onure eden "Şeçki Kuruluna" ve yorumuyla bana bir bölüm daha yazmama şevk veren "Bir Tutam Hayat"" a teşekkür ederim...