7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1004
Okunma

Heykel devasa boyutlardaydı. Oturmuş, ileri, doğuya doğru bakıyordu. Gün boyu gelişimizi seyretmiş olmalıydı. Başında firavunlara özgü, üçgenvari şekilde omuzlarına doğru inen bir başlık, elleri usulca bacaklarının üzerine iliştirilmiş, bizi bekliyordu. Heykelin kaidesi, ki bir kulübe yüksekliğindeydi. Kaidenin kitabesi aslında yazı olduğunu bildiğimiz resimlerle doluydu.
Kitabeye yaklaştım. İkinci müfrezenin komutanı olan Laertes yanıma geldi.
“Okuyabiliyor musun bunları?” diye sordu.
Güldüm.
“O zaman başlarında zaman kaybetme. Yazılanların yazanlara faydası olmamış.”
“Nereden çıkardın bunu?”
“Bariz değil mi? Ptolemilerin üzerine gidiyoruz. Bunu yazanlar da, emin ol, Ptolemi değiller.”
Yazılar ülkenin eski sahiplerine, Mısırlılara aitti. Belki Ptolemiler de zaman zaman alfabeyi kullanıyorlardı ama bu firavun heykeli onlardan çok daha eski bir zamanın eseriydi. Şimdi o zamanların firavunları yoktu. Ptolemiler ülkeyi bizden, Makedonya’nın asıl sahibi Selüsid’lerden almıştı. Makedonya ise Perslerden. Persler ise... O kadar ötesini bilmiyordum.
Laertes gidince izcilerden birini çağırdım. Bu toprağın insanıydı; belki yazılanları okuyabilirdi. İzci soluk soluğa geldi.
“Okuma yazma bilir misin?”
“Bilirim efendim.”
“Burada ne yazıyor, okuyabilir misin?”
“Bunu bilmem efendim. Mektup gösterin, okuyayım ama alev alfabesinden anlamam efendim.”
“Alev alfabesi mi?”
“Biz onlara böyle deriz. Söylentiye bakılırsa güneş altında durabilmesi için şekillerden, resimleden olurmuş. Kızgın güneş adamın aklını ne kadar karıştırırsa karıştırsın, o resimleri bir çırpıda tanırmış.”
“Sen tanıyamadın ki... Neye yaradı o zaman?”
“Bu yazılar benim için değil efendim. Ben basit bir izciyim. Savaş olmadığında avlara rehberlik ederim.”
“Peki kimin için?”
“Sizin, daha doğrusu kralınız için. Yazılanlar onadır.”
İşinin bittiğini anlayınca, izci geldiği gibi hızlıca ortadan kayboldu.
Kralımız Antiyokos’un bu yazıları okuyabileceğini sanmıyordum. Hatta büyük olasılıkla okumayı bile aklına getirmemiş olabilir. O kendini İskender’in imparatorluğunu yeniden kuracak kişi olarak görüyordu. Eğer bir anıta yazı yazılacaksa bu kendisinin İskenderiye’ye dikeceği zafer anıtına olacaktı. Biz de İskenderiye yolundaydık.
...
Şehir yarım günlük mesafedeydi. Gelen haberlerden kuşatmaya fazla dayanamayacağını, çocuk firavunun annesiyle beraber zaten kaçmış olduğunu anlıyorduk. Genel bir heyecan vardı. Kralın hayalinin gerçekleşecek olmasından çok, aklım yağmaya gidiyordu. Fazla geç olmadan bir deve bulmalıydı; ganimeti ancak öyle bir hayvanla taşıyabilirdim.
Öncüler bir heyetin bizi karşılamaya geldiğini haber verdiler. Kral maiyetinin toparlanmasını emredilince, ben de müfrezeyi yardımcıma emanet edip onlara katıldım.
Gelen heyetin arasında, Ptolemi’nin adamlarının yanısıra yabancılar da var. Yabancılardan bir asker bize yaklaşıp Roma senatosundan Gaius Popillius Laenas‘ın Kral Antiyokos’la görüşmek istediğini bildirdi.
“Bu iyiye işaret değil” diye söylendi Laertes.
Değildi.
Antiyokos, biraz şaşkın, atını gelen heyete doğru sürdü. Heyetten de, beyaz harmanisiyle bir adam ileri çıktı. Ona yaklaşınca kral önce atından indi, sonra kendini tanıttı.
“Ben, Makedonya’nın gerçek varisi, Babil’in, Pers ülkesinin, Kenan’ın sahibi, ben bu toprakların mirasçısı, ben ...”
Romalının elini kaldırmasıyla Antiyokos’un cümlesi yarım kaldı.
“Siz Kral Antiyokos’sunuz, değil mi?”
“E... evet...”
“Ben Roma senatosundan Gaius Popillius Laenas. Size senatonun mesajını getirdim.”
Elindeki ruloyu krala uzattı. Kral uzatılanı tereddütle aldı. Üzerindeki mühre gözattı, sonra mührü bozup ruloyu açmaya girişti.
“İşinizi kolaylaştırmak isterim” dedi senatör, "Mesajın ne içerdiğini söyleyebilirim.”
Temiz bir Grekçe konuşuyordu. Rüzgarın da arkasından esmesi sayesinde söylediklerinin hepsini anlayabiliyorduk.
“Ordularınız hem Kıbrıs adasını, hem Mısır’ı işgal etmiş durumda ekselansları. Gayet iyi hatırlayacağınız üzere her iki bölge de Roma’nın teminatı altında. Roma senatosu sizden derhal geri çekilmenizi talep ediyor. Geri çekilmeyi reddetmeniz senato tarafından savaş ilanı olarak kabul edilecek.”
Antiyokos karşı çıkmayı denedi:
“Hem Mısır, hem Kıbrıs Makedonya’nın, dolayısı ile bizim mirasımızdır. Roma’nın garantisi dış düşmanlar içindir; bize karşı olmamalı.”
Senatör gayet sakindi:
“Roma o garantiyi Kral Ptolemi’ye verdi. Şimdi de herhangi bir yoruma gerek duymadan uygulamak üzere.”
Kralın kafasından geçenleri okuyamıyordum. Belki de Romalıları gördüğü anda durumun buraya varacağını anlamıştı.
“Mesajınızı aldım senatör. Durum değerlendirmesi savaş konseyine danışmalıyım. Size kararımız en kısa zamanda bildirilecektir.”
Antiyokos arkasına dönemeden senatör göbeğinden beklenmeyecek bir çeviklikle fırladı. Kral daha ne olduğunu anlayamadan onunla atı arasına girdi. Sonra tek söz etmeden elindeki asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Asa tozlu toprakta ilerledikçe ardında net bir iz bırakıyordu. İz önce yay şeklinde iken zamanla bir çembere dönüştü. Senatör bu sırada kralın etrafında tam bir tur atmış, böylece kralı tozdan bir çemberin ortasında bırakmıştı.
“Bu çemberden dışarı adım atmadan önce bana bir yanıt vermeniz gerekiyor ekselansları. Eğer sessizce dışarı çıkarsanız, bu geri çekilmeyi reddettiğiniz ve Roma’ya savaş açtınız anlamına gelecek.”
Antiyokos kımıldayamadı. Denizin ötesinde, binlerce fersah uzaktaki bir devletin senatosunun gönderdiği silahsız bir adam karşısında, arkasında bekleyen ordusuna rağmen çağresizdi. Dönüp bize baktı. Elimiz kılıçlarımıza bile gitmemişti. Kendimizi onun kadar çaresiz hissediyorduk.
“Peki” dedi Makedonyalı İskender’in varisi, “Mısır’dan ve Kıbrıs’tan çekileceğiz. Bir kral olarak sözümü veriyorum.”
Senatör Popilius sandaletinin ucuyla çemberi bozdu, sonra elini Antiyokos’a uzattı. Kral da uzatılan eli reddetmedi.
...
Antakya’ya dönüş yolunda doğuya bakan dev heykeli bir defa daha, ama bu sefer sırttan gördük. Onu işaret edip Laertes’e:
“Heykelin altındaki kitabede ne yazıyordu acaba?” diye sordum.
Laertes heykele bile bakmadan cevap verdi.
“Ne yazacak? Geldiğiniz gibi gidersiniz yazıyordur: Eliniz boş, başınızda güneş.”