11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1938
Okunma

Yurt dışındaki işimden ayrılınca, kafesinden kaçmış kanarya gibi ne yana gideceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Bir taraftan gönül yorgunluğu, bir taraftan çaresizlik boynumu büküyordu. Nasıl olsa bir işim yoktu ve şu ara yeni bir iş arayacak mecalim de. Biraz kafamı dağıtıp kendime gelmek istiyordum. Ama burada bu şartlarda bunu yapmam pek mümkün görünmüyordu. Beni anlayan, derdimi dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Biraz düşündükten sonra, bu kişinin benimle aynı yaşta Türkiye’deki kuzenim Semih olduğuna karar vermiştim. Semih, İstanbul’da oturuyordu.
Tatilin düşüncesi bile bana iyi gelmişti, hele kuzenimle birlikte olacak olmam harika bir duyguydu. Hemen hava yollarını arayıp iki gün sonrasına Türkiye’ye gidiş dönüş bileti aldım. Aslında Türkiye’de istediğim kadar kalabilirdim, nasıl olsa burada bir işim yoktu ama temkinli olmalıydım. Üç haftalık tatil beni kendime getirmeye yeterdi belki. Hem gidiş dönüş biletleri daha ucuzdu. Bu aralar zaten züğürttüm, bir de bilete fazladan para vermemeliydim.
Hemen o gece heyecanla bavulumu hazırlamaya başladım. Ertesi gün de ev kiramı ve faturalarımı ödeyip tamamen tatil havasına girdim. Önce kuzenime sürpriz yapmayı düşünmüştüm ama ya o da bir yerlere gider de bana acı bir sürpriz olur diye kuzenimi akşamdan arayıp haber verdim. Kuzenim, benim sesimi duyunca çok sevindi. Hele tatili onunla geçireceğimi duyunca sevinci ikiye katlandı. Telefonu kapatmadan, beni havaalanından
alacağını söyledi.
Uçak, havaalanına indiğinde vakit öğleye yaklaşmıştı. Bavulumu alıp çıkışa doğru yürürken kalabalığın arasında bana gülümseyen kuzenimi gördüm. Onun gülen yüzü bir an içimi ısıtır gibi oldu. Adımlarımı sıklaştırıp ona doğru koşarcasına yürüdüm. Yan yana geldiğimizde elimdeki bavulu bırakıp kuzenime sıkıca sarıldım. O an içimde bir şeylerin erip aktığını hissettim. Kirpiklerimde asılı duran gözyaşlarıma daha fazla müdahale edemeyip hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bir çeşit boşalmaydı benimki.
Kuzenin, samimiyetle sırtımı sıvazlayıp beni daha sıkı sardı. Omzundaki başımı iki eliyle geriye doğru çekti, yüzüme yapışan saçları parmaklarıyla kaldırıp gözlerime baktı.
—Bu ne hal Serpil! Dünya yıkıldı da altında mı kaldın?
Bense ağlamaktan konuşamıyordum. Kuzenim, bir eline benim bavulu aldı, diğer eliyle de elimi sıkıca tutup park yerindeki arabasına doğru beni çekerek götürdü. Arabaya kadar hiç konuşmadık. Belki kuzenim konuşuyordu ama ben hiçbir şey duymuyordum. Sadece içimi çeke çeke hıçkırıyordum.
Öyle perişandım ki, yola çıktığımızda bile yol üzerindeki çiçeklerini yeni döküp meyveye dönmüş ağaçları, ağaçlarda ötüşen kuşları, yemyeşil doğayı, sokaklarda koşuşturan çocukları gözüm görmüyor, hepsi bir film karesi gibi gözlerimin önünden hızla akıp geçiyordu.
Kuzenim Semih, ortadan biraz uzun, kumral, atletik bir gençti ve yalnız yaşıyordu. O da benim gibi bekârdı ama pek boş sayılmazdı. Arkadaş çevresi oldukça kalabalıktı. Özel bir şirketin pazarlama bölümde çalışıyordu, maaşı da oldukça iyiydi.
İlk akşamı kuzenimle baş başa yemek yiyip sohbet ederek geçirdik. O, beni ne kadar eğlendirmeye çalıştıysa da ben bir türlü kendime gelemiyor çıkmaz bir sokağın sonuna gelmişim de bir çıkış yolu bulamamışım gibi geriliyordum. Benim gerildiğimi gören kuzenim de ister istemez üzülüyordu. Yaşım otuz olmuş hayatımda bir aşk yoktu, karnımı doyuracağım bir işim de yoktu. Kendimi hiç bu kadar mutsuz ve çaresiz hissetmemiştim. Adeta yaşayan bir ölüydüm. Buraya kuzenimle birlikte hoşça vakit geçirmeye gelmiştim ama benim hayatımın yanında onunkini de berbat etmekteydim.
Ertesi akşam kuzenim “ Biz bu akşam arkadaşlarla bara gideceğiz, istersen sen de gel. Açılırsın. Değişik insanlar görmek eminim ki iyi gelecek.” Dedi. Önce kabul etmedim; sonra haksızlık ettiğimi düşünerek kabul ettim. Bara girdiğimizde kuzenim ve birkaç arkadaşı barın önünde hemen kaynaşıp, sohbet etmeye başladılar.
Bense bir kenarda tırnaklarımı kemirip onları izlemekle yetiniyordum. İçki içmek de istemiyordu canım. Bir ara kuzenimin yanında duran, yeşil gözlü, dalgalı saçlı, kumral beyle göz göze geldik.
Aman Allah’ım! Neydi o? Galiba elektriklenme dedikleri bu olsa gerek. Ne kadar gözlerimi kaçırsam da kendime hâkim olamayıp tekrar tekrar bakıyordum. Her baktığımda bir çift yeşil gözün içinde kaybolup gidiyordum.
Onun da benden farksız olduğunu gördüm. Bakışmalarımız kuzenimin gözünden kaçmamış olacak ki, bizi tanıştırmak için, yeşil gözlüyle birlikte yanıma gelmekte gecikmedi.
-Hakan, seni kuzenim Serpil’le tanıştırayım. Hakan’ın uzattığı elini tutarken gözlerimi gözlerinden alamıyordum.
-Memnun oldum Hakan, dedim kekeleyerek.
-Ben de memnun oldum Serpil.
Elim eline zamkla yapıştırılmış gibi kaldı. Bırakamıyordum. Bırakmak istemiyordum. O da bırakmadı. İşimizi kolaylaştırmak isteyen kuzenim, yanımızdan ayrıldı. Ellerimiz kenetli, gözlerimizle konuşur gibiydik. Hakan, fısıldayarak;
—Bir şeyler içmek ister misin Serpil? Diye sorunca bir kadeh şarap aldım. Kendisi bir soda aldı.
— Bu aralar midemde sorun var, içmesen iyi olur, dedi. Sadece soda içti. Ben şarabımı bitirmedim bile, sarhoş değildim. Etrafımızdaki insanları görmezden gelerek el ele bardan çıktık. Yürüyerek sahile kadar gidip gecenin geç saatlerine kadar denize yansıyan ay ışığını, dalgaların kıyıya bıraktığı köpükleri seyrettik. Çocuklar gibi ayaklarımızı sularda ıslatıp çılgınca sahilde koştuk.
Bu nasıl bir duyguysa, hiç konuşmuyorduk, sadece göz göze gelip, bakışmaktan kendimizi alamıyorduk. Şafak sökmeden, el ele yürüyerek beni eve bırakıp gitti. Bana böyle bir aşkı anlatsalar sadece gülerdim. Olamaz böyle bir şey; olsa olsa filmlerde olur derdim. Ama olmuştu işte, hem de ilk görüşte…
Dünkü benden eser kalmamış, ayaklarım yerden kesilmişti. Kalbim bedenimden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Birkaç saat ya uyumuş ya uyumamıştım kapının zili çaldı. Yataktan fırladığım gibi koşarak kapıyı açtım. Elinde simit, poğaça ne bulduysa almış, bize kahvaltıya gelmişti. Elindekileri bırakıp, bana öyle bir sarıldı ki, yanımda kuzenimin varlığını çoktan unutmuştuk.
Birlikte kahvaltı ettik. Tekrar görüşmek üzere bizden ayrıldığında; giderken kalbimi ve düşünme yetimi de götürmüştü. Ertesi gün gelmedi. Telefonunu almayı akıl edememiştim. Aksilik bu ya kuzenimde de telefonu yoktu. Tek düşüncem oydu.
Sabah kahvaltı etmedim, öğlen ve akşam yemek yemedim. Su bile içmedim. Robot gibi camın önüne oturup gelmesini bekledim sadece. Ertesi gün geldi. Beni görünce büyük bir şok geçirdi. Rengim sapsarı olmuş, gözaltlarım mosmor morarmıştı. Aslında onunda benden farkı yoktu. Çok bitkin görünüyordu.
Birbirimize sıkıca sarılıp, hasret giderdikten sonra, akşam yemeği için dışarı çıktık. Yemekten sonra yine el ele sahile indik. Yol boyunca hiç konuşmadık. Ayaklarımızın götürdüğü yerleri dolaştık. Ellerimiz ve gözlerimiz hiç ayrılmadı. Üç haftayı el ele göz göze geçirdikten sonra, benim gitme vaktim geldi ama bana kal demedi. Kal dese kalır, öl dese ölürdüm. Yurt dışına çıkacağını, bazı ailevi sorunlarını halledip tedavi olacağını söyledi. Tek söylediği bu oldu. Ben de başka soru sormadım. Kalbimi ve ruhumu Türkiye’de bırakıp, üzgün vücudumu sürüyerek götürdüm. Aradan yıllar geçmesine rağmen, bir daha böyle bir aşkla kimseyi sevmedim. Hala kaybolan aşkımı arıyorum, o da beni arıyor mudur merak ediyorum.
Ey benim gözleri denizim! İlk kez bir sahilde değmişti ellerin ellerime.
Ilık ılık akmıştı sevgin yüreğime…
Gözlerin gözlerimi içince, denizi görmüştüm içinde.
İşte o an, Deniz gözlüm demiştim adına, Deniz gözlüm! Şimdi ne zaman bir sahil kasabasına gitsem kokunu duyarım martı kanatlarında. Ayaklarıma dalgalar vursa, gözlerini görürüm kabaran köpüklerde…
30.01.2014/Emine UYSAL
Sen kalbimi götürdün düşünme yetimi de
Sana kavuşacağım anı; gurbetimi de
Parmağının izinde kavrulan etimi de
Bir daha kimseleri sevemem kayıp sevdam
Rüyalar rest çekse de korkusuz umuduma
Hatıran baş ucumda rahat vermez uykuma
Her şafakta doğarsın başını gömsen kuma
Bir daha kimseleri sevemem kayıp sevdam..............Aliye UYANIK
Bu güzel şiir için aliye arkadaşıma çok teşekkür ederim, sevgiler