13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1635
Okunma

Normal olarak, yazı asma niyetimiz yoktu bu gün sayfamıza. Biraz ara verelim, kafayı dinleyelim, buradaki değerli yazı dostlarımız da az biraz soluk alsın diye düşünüyorduk. Hal böyleyken, yazı yazmaya çokça da zamanımız olmamasına rağmen, memlekette esmekte olan sert rüzgarlar, ta buralara, Azerbaycan’ın bu mütevazi şehrine kadar ulaştı, bir bukle fikir alışverişi yapma ihtiyacı doğurdu bizde.
Efendim!... Bu güzel sanat sitesinde, edebiyatımızın güzel esintilerini koklamak; şiirin, insanı dinlendiren, duygulandıran, hüzünlendiren, mutlu eden akışından nasiplenmek gayesi ile beş altı aydır arzı endam göstermekteyiz.
Kalem, kelime, gönül dostlarımızın nesir türündeki yazılarını da, büyük bir zevkle takip etmekte, yorumlamaktayız. Kendi hatıralarımızı da, naçizane kaleme almakta, Edebiyat Defteri sakinlerinin beğenilerine sunmaktayız.
Yazdıklarımızı, yorumlarımızı okuyan dostlar, bu sayfalarda yazılan siyaset yazılarını hiç haz etmediğimizi de iyi biliyorlar. Nedense, siyaseti asla yakıştıramadık bu güzel siteye ve yazanlara da hiç sempatik gözle bakmadık. Bazen bunu açıkça belli ettik, bazen de hiç uğramadık cümlelerine, soluklanmadık, duraklamadık.
Bu gün, o kadar tak etti ki canımıza, artık bir siyaset yazısı yazmanın elzem haline geldiğini düşündük, oturduk anlattık aklımıza gelenleri. Yazımız, buradaki çok insanın yaptığı gibi, birilerine taşa atmak, iktidarı, ya da muhalefeti karalamak çerçevesinde olmayacak, bizleri kimlerin yönettiği, ya da kimlerin yönetmesine layık olduğumuzu gözler önüne serecektir.
Efendim, sözü uzatmayalım, içimizdekini, aklımızdakini, hatıralarımdakini usuldan döküverelim satırlara. Kimseyi üzmeyelim, kimsenin canını sıkmayalım, ama gerçekleri de dile getirelim.
1980 öncesindeyiz. Üniversite yıllarım. Her sabah, analarımızın dualarla okula uğurladığı, yüreği titreyerek dönüş yolumuzu gözlediği günler. Okumaya mı gidiyoruz, savaşa mı gidiyoruz kimse bilmiyor. Kimin eli, kimin cebinde, kim kimi boğazlıyor belli değil. İnsanların, giydikleri elbiseden, okuduğu gazeteden, bıraktığı bıyığın şeklinden ayrıt edildiği yıllar.Okullar bölünmüş, şehirler bölünmüş, öğretmenler, polisler,işçiler, çiftçiler, hakimler, hatta doktorlar bölünmüş. Bir bölünmüşlük, milleti, ülkeyi bölme merakı almış başını gitmiş.
Kiminin elinde Karl Max’ın Manifestosu, kimininkinde Adolf Hitler’in Kavgam’ı, kiminin arka cebinden sarkan takkesi... Memleketin anası ağlamış, insanımız, ekonomimiz perişan durumda, kimsenin umurunda değil. Millet, duvarlara yazı yazma, biri birini bıçaklama, kurşunlama, yok etme,fikirlerini zorla empoze etme peşinde.
Evim, üniversiteye yaklaşık otuz km kadar uzaklıkta. Ulaşabilmek için, iki vasıta değiştirmem gerekiyor. Babamın ekonomik durumu fakirlik düzeyinde. Ulaşım masrafları, öğleyin karın doyurma meselesi,gençliğin değişilmez aksesuarı sigara, para yetirmek zor. Sabahleyin sıkı yiyip, öğle yemeğini geçiştirebiliyordum. Okula üç kilometre mesafedeki otobüs terminaline koşarak giderek, Ankara istikametine kalkan otobüse yetişerek, öğrenciliğin boynu büküklüğünün tüm mazlumluğunu da sergileyerek, ulaşım konusunda ta tasarruf yapabiliyordum. Amma velakin, bu sigara illeti var ya, ondan ayrılmak imkansızdı gerçekten. O zamana kadar filtresiz Bafra ile idare ediyor, bu konuda babama çokça ekonomik yük getirmemeye çalışıyordum ama, şimdi üniversitedeydim ve burada da filtresiz sigara içilmezdi ki arkadaş. İster istemez Maltepe’ye transfer olmuştum. Bu durum da, parasal açıdan boynumu büküyordu doğrusu.
Okula ilk kayıt olduğumda, yurda da yazıldım. Hafta içi orada kalır, hafta sonu eve giderim diye düşünüyordum ama, bu yurt maceram ancak bir gün sürebildi. Ben, koşa koşa okula giderdim de, yurtta kalamazdım. Sonraki yıllarda, tüm tahsil hayatını yurtlarda kalarak geçiren arkadaşlarımı, hatta kızımı gördükçe, kendimden bir bukle utandım diyebilirim.
Okul başlayınca, anladık ki burada okumak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Her fakülte, değişik fikirler tarafından işgal edilmiş durumdaydı. Mimarlık fakültesi, Komünistlerin tekelindeydi mesela. oraya karşı görüşlü hiç bir öğrenci giremez, kayıt yaptıramazdı. Bırakın girmeyi, önünden geçmek bile tehlikeliydi. Her an bir kör kurşuna hedef olma tehlikesi vardı. Makina fakültesi de, Faşistlerin işgalindeydi.Orada da solcular barınamazdı. Barınma cesareti gösteren bir kaç gencin hazin sonuna, gözlerimle şahit oldum. Öldürülmediler ama, bol miktarda kötek yediler, okulu bırakmak zorunda kaldılar.
İster istemez, sağ gruplara dahil olduk. Zaten babam Menderes’çiydi, doğal olarak Adalet Partisini, yani Demirel’i destekliyordu, biz de sağ kesime yaslanabilir, Ülkücü gruba dahil olabilirdik. Öyle de oldu. Her ne kadar yurtta kalmadığımız, evimize gidip geldiğimiz, ailemizin kontrolü altında bulunduğumuz için, sık sık yapılan toplantılara, gösterilere, kavgalara karışmıyorsak da, pek tehlikeden uzak olduğumuz asla söylenemezdi. Çünkü, çok masum arkadaşımız öldü gitti bu anlamı olmayan kargaşada. Boşu boşuna kara toprakla tanıştılar genç yaşlarında.
Ben birde iken, üçüncü sınıfta okuyan bir arkadaşım vardı ilçeden. Ders aralarında, öğle molalarında sohbet ederdik kantinde, okul koridorlarında. Aklı başında, oldukça başarılı, açıkgöz biriydi kendisi. Sınıflarındaki bir arkadaşından bahsederdi sık sık. Okuldaki siyasi grubun lideri olduğundan, tüm organizasyonları yönettiğinden bahsederdi. Onu arkadaşlığını, biraz gurur kaynağı sayardı kendi için. Derslerle uzaktan yakından ilgisi yoktu, arkadaşlarının yardımları, onlardan aldığı kopyalar, öğretmenlerin idare etmeleri sayesinde okuyordu. İşi gücü kavga, siyaset, toplantı, insanlara baskı, vurma, kırma, dağıtma aktiviteleri idi.
Sözü uzatmayalım, hak etmeden, sene kaybetmeden mezun oldu gitti hepsi. Mühendis oldular, hayata atıldılar. Bizler mezun olmadan 12 Eylül oldu. Çok insanlar tutuklandı, işkence gördü, hapishanelere atıldı. Öyle çokça parmağımız olmadığı için bu işlerde, bizim başımıza sevimsiz bir olay gelmedi. Bazı derneklere üye oldukları için, ailemden bazı kişiler göz altına alındı ama, sıradan vatandaşlar oldukları anlaşılınca, kısa zamanda serbest bırakıldılar.
Aradan yıllar geçti. Hayata atıldık, ekmek parası peşinde yuvarlandık gittik zamanın içinde. Ne siyasetle, ne de siyasetçilerle hiç bir ilgimiz olmadı. Asla bir beklenti içine girmedik, çıkar sağlamak için kapılarını aşındırmadık.
Bir gün baktım, yeni açıklanan bir hükümet listesinde, bizim tembel grup lideri, okulunu kopya ile, onun bunun yardımı ile bitiren insan,Bayındırlık Bakanı olmuş. Çok şaşırdım. Arkama yaslanıp düşündüm şöyle bir... Demek bizleri yöneten insanların bir çoğu böyle kişilerdi. Bu ülke, bu nedenle asla kalkınamıyor, iki yakamız bir araya gelmiyordu. Çalan çırpan, soyan, sömüren, tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyen tükenmiyordu bir türlü.
O günden sonra, sevmediğim siyaseten temeli soğudum, uzak durdum. Ne okudum siyaset yazılarını, ne de yazdım. Şimdi bakıyorum da Edebiyat Defteri müdavimlerine, siyaset yazmayı çok sevenler mevcut aralarında. Üstelik, bir çoğu da 12 Eylül öncesini tanıyan, bilen kişiler. Ne çok seviyorlar karışıklığı, insanların bağırıp çağırmasını, barikat kurmasını, sağı solu dağıtmasını. Yürekleri yanmamış anlaşılan onların bir zamanlar. Yanı başlarında, en samimi arkadaşları, boku bokuna vurulup düşmedi, hayatının baharında kara toprağa girmedi.Onların anaları, babaları gibi bağırları yanmadı. Oysa ben, ne çok korkmaktayım bir genç can daha yere düşecek, bir ananın daha bağrı yanacak diye. Maalesef, biri ölse de, propaganda malzemesi çıksa diye dua eden çok insan var. Bu sitede bile.
Lafı uzatmayalım, bu günkü siyasi karmaşada, çalıp çırpmada, rüşvette, İsrail,Amerika söylemlerinde,cemaatte, camide,hamamda,takside, dolmuşta, velhasılı tüm hayatımızın her anında siyaseti solumaktayız.Burada, bu müstesna sayfada az nefes alalım diyoruz ama, ne mümkün. Buraları da mı terk edip gitsek acaba? Ya da nerelere gitsek? Siyaseti varlık sebebi saymayan, siyaseti empoze etmeyen, siyaseti hayat felsefesi bilmeyen insanlar nerede yaşamaktadır? Bilen varsa, tarif etsin de, alıp başımızı oraya gidelim. Buralar, salak siyasetçileri indirmeye, başka asalakları bindirmeye çalışanlara kalsın.
Bir tutam hayat-23.12.2013-Azerbaycan