8
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
1244
Okunma

Kanatlarından emekli kuşlar geçiyordu uzaklardan, yakınlardan, toprağın içinden, suyun damlasından… Zira gökyüzü damlıyordu seslerimizde; konuştukça bulut saçıyorduk, gökkuşağı susuyorduk ya da keyfimize göre sabahı kekeliyorduk. Sonra nohutlu pilavcılar belirdi köşede; ama neyin köşesinde bilmiyorum, “sokağın” desen değil; o esnada sokaktan ziyade bir ömrün içindeydik; “yuvarlağın” desen hiç değil, Asaf, içaçılarımızı kekeliyordu. Olsa olsa bir kalbin köşesinden belirmişti nohut pilavcı ya da altını çizdiğimiz bir gülün köşesinden…
- Aç mısın?
Diye sordum, sesin çıkmadı. Bir süre iki bina arasına asılan çamaşırlara baktın. Mandallar düştü aklıma, biraz da kerrat cetvelleri; ölçtüm biçtim iplerle aynı yaştaydım.
- Yağmurlar kaç yaşındadır acaba?
Diye sordun. Önce parmak hesabı, ardından yaprak hesabına giriştim. Çiçek açtım, dolu vurdum. Ben eskiden on dokuz yaşında bir gözyaşıydım. Bir müddet sana baktım; yakın olmaya yakındın ama sanki sesinden yüzüne çıkılan yola mum ekmişler; istisnasız sesim eriyip buna “sessizlik” denilmesinin başka ne gibi bir izahı olabilirdi ki?
- Gözlerinle aynı yaşta…
Güldün. O an icat ettin sandım. Kimseyi daha önce o mimikle görmemiştim. Misal ben çocukken çok gülerdim ama bunu annemin rahmi gıdıklıyor diye yapardım. Bir de doğmanın kendisini gülünç bulduğumdandı bu tavrım. Yoksa annelere saygım sonsuzdur, bilirsin!
- Biraz açım
- Tam olarak ne kadar?
Karşı şeritte açan papatyayı gösterip;
- Şunun kadar…
Dedin… O an bir papatyanın “ne-kadar”lığını düşündüm; bir papatya ne kadar aç olabilirdi ki? Veya bir papatya en fazla kaç yaşında öldürülebilirdi? Hiç Ali veya İsmail isimli papatya var mıdır? Ethem isminde bir karanfille tanışmıştım, ondan soruyorum.
- O zaman seni baharla doyurmam lazım, dedim.
Söylemek isteyip de söyleyemediğim türkülerle gülümsedin. Sen böyle gülünce çay içesim gelir. Veya Merkez Bankası’na gidip doğalgaz faturası yatırasım gelir. Derken elin elime dokundu; bir temastan ötesiydi bu, içimden beni çekip almaktı niyetin, ya da avuçiçlerimdeki çizgilerin yerine kendini çizmekti amacın, bilmiyorum; ikisine de varım!
- Hadi götür beni.
- Nereye?
- İkimizin de isminin aynı anlama geldiği bir yere!
Sonra sustun; hiç susmadığından değildi bu halin ama bir tuhaf sustun. Sanki sesin yarına aitti de ben yanlış bir günde duymaya çalışıyordum seni. Sonra bana baktın, o an doğdum, o an ilk adımı attım, o an ilk kez âşık oldum ve o an tam orada varoldum.
- Hadi götür beni ama herhangi bir yere değil, insanın hayata, hayatın insana dönüştüğü bir yere!