29
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1833
Okunma

Bir ağaç düşünün, dağ eteğinde yalnızlık rolünde. Hiç nasibi olmamış bir damla sudan yeşil ot’tan... Görsem içim sızlar derinden ( ! ) hele bir de meyvası yoksa, kim ister onun bahçesinde olmasını kim ister altında dinlenmeyi... Sadece "odun" olur artık kaderi " ateş " susamış gibi çeker kendine ve yalnızlık biter onun için.
Ya selviler " elif " gibi dik, " elif " kadar uzun, kim bilir o mağrur başlarından ne rüzgarlar geçiyor da yine de eğilmiyorlar yalnızlığa... Sırtlarını birbirine dayayıp yan yana durupta uzaktan bakana bile burdayız sayımı yapıyorlar, oysa ben ? Ödünç aldığım yalnızlıkla kafa kafaya...
Bakarım kurumuş ağaçta minicik filiz inadına çıkmak ister, yeşil elbisesini göstermek için, kurumuş bedenine bakmadan, hala hayattayım, yaşıyorum derken utanırım, kaçırırım, yakalamasın diye ... Musalla taşı gözlerimi ...
Gazel yapraklarını eteklerin de taşıyan o ulu çınarlar, işte beni gammazlayan onlar ! Avuçlarımdan dökülür hemen susmalarım, sol yanım iyice bir sersenişte bulunur, gör der !.. Dökmüş bütün derdini askırmış, delirmiş koymamış üstünde gençliğini... Saklamış toprağa bütün uçuk hevesleri ... Boğazımda kılçık varmış gibi takılır görüntü boynuma.
Ya uçurum kenarındaki sarı çiçekler "ölmeyeçeğim " inadına yalnız olsakta bir umudumuz var derken, benim hala iç soğukluğum, mutsuzluğum, yalnızlığım son safhasında . Düşme tehlikesini bile düşünmeden yüzünü döner, benim hayatın biletini kesmeme inat güneşe merhaba der.
Kaldırım aralarındaki çiçekler, araba çığlıkları, sigara dumanları tenlerine değse de insan harabelerine öfke pıskırmıyorlar, güneş yakmıyor sanki ellerini, yüzleri kirletmiyor... Kıyamet gibi kahırla gezinen insanlara gülüçük savuruyorlar, utanıyorum basılmış karanfile alıyorum öpüyorum, savunamam sana yüzünü ceviren ayağı, utangaç karanfil ; " yarın seni hatırlarım " diyor, kan dolu utanç yaralarıma tuz basıyor...
Oysa ben ne ağıtlar biriktirdim koynumda... saç diplerimde...ne yalnızlıklar fışkırdı damarlarımda...
Baharın geldiğini müjdeleyen yaramaz çocuklar gibi arka arkaya kafalarını dallardan uzatan meyvayı özünde saklayan beyaz, pembe açan çiçekler...Ya o yeşil yapraklar, anne sıçaklığı ile " üşüme güzel yavrularım " der gibi sarmış beyaz yürekleri, bense özümdeki benden habersiz hastalık sarısı içinde boğulan... Bugün bütün kainat söz birliği etmiş, bana yalnız değiliz dememek için, yoksa ben mi yalnızlığımı anlatmak için sizi bahane ettim ?... Bilemedim... Yalnızlığım düşmüş ayak uçlarıma.
Ruhumun vadisinde onca gezinen insanlara rağmen yalnızlığımın altı çizili. Alnımda Adem imzası, ellerimde dua, yine dilimde yalnızlık ve çaresizlik... Yürek coğrafyamda nice büyük sevdalar yaşadım, kıymetli dostlar edindim. Fotoğraf karelerine , kameralara yetmedi bilğisayarıma bitmesini istediğimiz kareleri hapsetim, hapsettik...
Bunca senaryoda ben yalnızlığımda yitiğim,
Yalnızlığı gönül pencereme yamamışım,
Yalnızlık düşerken kipriğimden öyküme yol açıyor, kanaldan akan boşluk sığınağım oluyor, buz tutuyorum...
Kapattım avare gözlerimi yalnızlığa, yaşamayı beceremedim varsın gelsin kabulümdür yalnızlık ecelse sineme...
Bir dem...
seMa