25
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
2547
Okunma


Ölümün soğuk gerçeği ile yürekleri üşüyen, çaresizliğin çirkinliğini yaşamaya mahkum edilen, sönmeye yüz tutmuş bir titrek mum ışığı yorgunluğundaki ümitlerini de, bu sevimsiz, daracık, güneş görmeyen hastane koridorunda kaybeden biçare insanlar, yürek yakan bir insanlık trajedisinin zoraki oyuncuları gibiydiler. Bu sevimsiz kompozisyon, kardeşimin moralini biraz bozsa da, mücadele azminden hiç bir şey eksiltemedi.
Bu nahoş , talihsiz zaman diliminde, gözlerini hayata açmak üzere olan küçük yavrusunun varlığından aldığı güç, biraz da kardeşlerinin yanı başında olmasının moral motivasyonu ile, bürokrasinin insanı yoran, yıldıran, anlamsız çarkı ile, amansız bir hayat mücadelesine girişti.
Ne kadar imkanımız, ekonomik gücümüz, insanlarla iletişim becerimiz, sosyoloji ve psikoloji bilgimiz, dinamikliğimiz, ikna kabiliyetimiz, velhasılıkelam ne kadar yeteneğimiz var ise, hayatın acımasızlığına karşı kullanabileceğimiz ne kadar koza sahipsek, hiç çekinmeden, utanmadan, sakınmadan ortaya sürdük.
Mayıs ayı, en çok sevdiğim ayıdır senenin. Ne çok sıcaktır, ne de çok serin. Her şeyin en güzelini, Mayıs ayına yerleştirmiştir Tanrı diye düşünürüm. Yeşilin en göz alanını, meyvelerin en tatlısını, güneşin en hoş parıltısını, yakamozların en renklisini, kuşların en neşeli ötüşlerini, kelebeklerin, böceklerin, karıncaların en heyecanlı koşuşturmalarını; rüzgarın, ağaç dalları arasında nazlı nazlı gezinmesi ve yapraklarla yaptığı muhteşem dansı, tüm saydığımız bu güzellikleri hep Mayıs ayının sihrinde ararım çocukluğumdan beri.
İşte, baharın tüm güzelliklerinin yaşandığı o güzel Mayıs ayı boyunca, hemen hemen her günün sabah altısından, akşam yirmisine kadar o sevimsiz, hüzünlü, yürek acıtan hastane atmosferini soluduk. Her biri, birbirinden farklı onlarca hayat hikayesi dinledik, tanımadığımız insanların dramlarına bazen ağladık, bazen mahzunca gülümsedik.
Daha bir kaç gün, bir iki hafta önce, hastane bahçesindeki bir ağacın gölgesinde, ya da güneş görmeyen, oksijeni az, çirkin pastel renklerle boyalı hastane koridorlarındaki bir bankta, belki de bir kontrol laboratuarının, bir doktor muayene odasının önündeki kuyrukta; hayat hikayelerimizi karşılıklı anlattığımız, güncel olayları tartıştığımız,beceriksiz cümlelerimizle, yüreklerine ümit kıvılcımları ekmeye çalıştığımız insanları, göz yaşları arasında, dönüşü olmayan yolculuğa uğurladığımız oldu.
Kimilerinin de yüreklerine, ümitlerin en kocamanını; bakışlarına, hayat kıvılcımlarının en parlağını; dudaklarına, tebessümlerin asla silinmeyenini yerleştirerek uğurladık. En kısa zamanda haberleşme, görüşme, buluşma dilekleri ile kucaklaştık, vedalaştık.
Hastane otoparkının müdavimi olan araçların bazıları, sevinçleri kucaklayan, hayata gülümseyen; kimileri ise, derin üzüntülerin kucağında göz yaşı döken insanları alıp götürdüler. Çok zaman geçmeden de, yerlerine yenileri geldiler.
Öyle bir an geldi ki; baş hekiminden doktoruna, hademesinden ambulans şoförüne, hemşiresinden müdürüne, emniyet sorumlusundan teknisyenine, velhasılıkelam tüm hastane personeli ile tanışır, görüşür, hal hatır sorar, bilgi alır olduk.
Bir film çektirebilmek için, en az elli gün sırası verilmesine rağmen yılmadık. Her defasında bir yolunu bulduk, bazen birkaç kez iç organların filmlerini çektirdik, gelişmiş aletlerde kontrol ettirdik, sonuçları aldık, doktorlara yetiştirdik, ümitle iyi haber vermelerini bekledik. Bazen, organların birinde fark edilen küçük lekelerle korkulara düştük, detaylı incelemelerle ulaşılan müspet sonuçlarla mutlu olduk.
Günlerimiz, hastane koridorlarında zamanla, insanlarla, ölümle mücadele etmekle geçiyor, küçük bebeğin dünyaya merhaba diyeceği an da iyice yaklaşıyordu. Kardeşim, bir taraftan hayata bir köşesinden tutunabilme mücadelesi verirken, bir taraftan da doğacak ilk bebeğinin buruk heyecanını yaşamaktaydı.
Hastalar, onların yakınları ve hastane personeli ile öyle yakınlaşmıştık ki, artık insanlar her gün merakla müjdeli haberi bekler olmuşlardı. Muayene başlamadan evvel, bebeğin durumu soruluyordu doktor tarafından; temizlik işçisi, koridorun ta öteki ucundan, üşenmiyor, bilgi almak için yanımıza kadar gelebiliyordu. Bilemiyorum, belki de bu küçük bebeğin doğuyor olması, hastane atmosferinde pek hissedemediğimiz, oysa çokça ihtiyaç duyduğumuz bir mutluluk esintisini yakalamamıza neden oluyordu galiba.Bu nedenle de, tüm hastalar, hasta yakınları ve hastane personeli, konuya ilgi gösteriyorlardı.
Yine, oldukça yorgun geçirilen bir günün finali, hastane yakındaki gecekondu mahallesinin mütevazi camisinden yükselen ezan sesinin kulaklarımıza aksettiği saatler idi. Karaciğer ile ilgili bir problemin müspet sonucunu almış, musibetten bir adım daha uzaklaşmış olmanın sevinci ile, otoparkta konaklayan dostlarımıza iyi akşamlar dileklerimizi bildirip, evimize doğru yola çıkacağımız bir anda, kardeşimin telefonu çaldı.
Sonunda beklenen mutlu haber gelmiş, eşi, sorunsuzca bir kız bebek dünyaya getirmişti. Belki de, babasının hayata dört elle sarılmasına vesile olacak küçük bir can, uzaklarda, sessiz, sakin dünyaya merhaba demişti.
Orada yaşanan sevinci, gülmeyi unutmuş, hayatın en sevimsiz maskesini yüzlerine takmak zorunda kalmış, kaderin mahzunluğa mahkum etiği o iyi yürekli insanların, bu güzel haber karşısında nasıl bir mutluluk rüzgarına kapıldıklarını görmenizi isterdim. Hastası, sağlıklısı, yaşlısı, genci, kadını, erkeği, ülkenin dört bir yanından kopup gelen ve kaderin o sevimsiz otoparkta bir araya getirdiği insanlar, nasıl da kendi çocukları doğmuş gibi sevindiler.
Güneş, batı yönündeki alçak tepelerin ardına doğru, sıcak renklerin bin bir çeşidine bürünerek, ağır ağır süzülmeye çoktan tamamlamış, ufuk çizgisinde, kızılın sıcağı ile mavinin soğuğu inanılmaz bir ahenkle kucaklaşmıştı. Ama, birazdan çökecek karanlığın zalim kılıç darbesi ile gerçekleşecek olan, dünyanın kuruluşundan bu güne kadar hiç aksamadan devam eden bir hüzünlü veda törenine hazırlanıyor gibiydiler. Akşam, usul usul Ankara semalarına yerleşirken, kutlamalar, kucaklaşmalar, sevinç söylemleri hala devam ediyor, semtlerine pek uğramayan bu hoş atmosferi doyasıya solumak, belki biraz moral depolamak isteyen insanlar, bir türlü evimize gitmemize, oradan ayrılmamıza izin vermiyorlar.
Aradan çok zaman geçmedi, telefonuma bir mesaj geldi. Yeni doğan bebeğin fotoğrafıydı gelen. Babası, yavrusunun fotoğrafına uzun uzun baktı önce. Sonra da;
-Bilemiyorum kızım, bilemiyorum ne kadar babalık yapabileceğim sana? Diye mırıldandı kendi kendine.
Kendi kendine mırıldanmıştı ama, bu küçük cümle, bıçak gibi kesiverdi Yenimahalle’nin alçak tepelerinde esmekte olan moral rüzgarını. Çevremizi saran herkesin başı, usulca önlerine eğildi. Yüzler, tekrar mutsuzluk maskesine büründü, dudaklardaki tebessümler yerini mahzunluğa bıraktı.
Belki de hayatla paylaşacak sayılı günleri kalmış, ömrünün son günbatımlarını yaşayan bir çok insan; gelip omzunu, başını okşadılar. Yanaklarını öptüler, teselli etmeye çalıştılar.
Hayatım boyunca asla unutamayacağım manzaralardı... Acıydı...
Kardeşimin bir ay boyunca günleri bu hastanede geçti. Tüm iç organları, benleri, lenf sistemi gözden geçirildi, en küçük anormallik defalarca incelendi. Hastalığın yayılmadığına, operasyonun zamanında ve başarılı gerçekleştirildiğine,buna rağmen yine de bir kemoterapi tedavisi geçirmesi gerektiğine, bu süreci de memleketinde, Trabzon Farabi Hastanesi tabiplerinin gözetiminde tamamlamasına karar verildi.
Serin bir Haziran gecesi, yaşama sevincini, bakışlarındaki hayat kıvılcımını, neşesini, tebessümlerini, sevimliliğini, mutluluğun sihirli formülünü tekrar geri kazanmış olarak gönderdik onu Trabzon’a, bebeğine.
Bünyesinin sağlam oluşu, kendine güveni ve azmi, bir yıllık tedaviyi sorunsuzca geçirmesine, sonra da tekrar eski, normal hayatına dönmesine imkan sağladı.
Aradan altı yıl geçti. Hala sık sık kontrollere gidiyor, moralini en yüksek seviyede tutmaya çalışıyor.
Küçük kızı büyüdü, ilk okula başladı. Üç ay önce, evlerine bir erkek bebek daha bıraktı kader.
En son karşılaştığımızda, oldukça sağlıklı ve mutlu gözüküyordu.
Bir tutam hayat-25.11.2013 Azerbaycan