9
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1017
Okunma

Bahçe deyince hep annemin orda deli gibi çalıştığını, bu yorgunluktan hiç ama hiç şikâyet etmediğini hatta sebzeler, meyveler arasında mutlu olduğunu anımsarım. Sebzelerin dibini
çapalamak, ya da annemin deyişiyle çepinlemek, sulama işi bitince eline, el işini alırdı.
Bahçe sulamak öyle kolay bir iş değildi önceleri. Yukarlarda bir değirmen vardı. Değirmene
gelen sular aşağı bahçelere büyükçe bir ana arktan bahçelerin kıyısından bulunan diğer arklara verilirdi. Bu su vermek işinin bir süresi olurdu. Bazen bazı kimselerin suyunu çaldığı olurdu. Bu nedenle benim suyumu çaldın diye çok kavgalar yapılırdı. Bir kez annem
yakın bir tanıdığımızın eşini, onun karşı gelmesine karşın, kürekle karşı koyarak büyük
arka yuvarlamıştı. Bahçe sulama sırasının geceye denk geldiği olurdu. O zaman annem
biz çocuklarından birini yanında götürürdü. Babam neden gitmezdi bilmiyorum. Elinde bir fener olurdu. Annem korkusuzdu. Ufak tefek şeyler onu korkutmazdı.Ben de biraz anneme
benziyorum. Korku neden aklıma gelmez, bilmiyorum. Belkide annemde görerek öğrendim
korkusuzluğu..
Sonra bu değirmen ve su arkları ve su kavgaları bir öykü olarak kaldı dilimizde. Bahçelere
kuyu açtırmaya başladık. İşte şu kadar kalıp, bu kadar kalıp diye duyardım. Metrelerce
inilirdi de su öyle çıkardı. Bizim kuyuyu öyle derin kazmaya gerek kalmadı. Sanıyorum yedi
metreden çıktı. Bizim bahçeye Çubuk çayı çok yakındı. O zamanlar şimdiki gibi değil çok
su akardı çaydan. Kuyu çaydan suyu emerdi sanki.Çayda su azalırsa azalır, biterse kuyuda
su olmazdı. Babamın bir iki kez kuyuya yeni katlar eklettirerek kuyuyu derinleştirdiğini
biliyorum.
Kuyumuzun akan bir su oluğu vardı. Kuyunun başındaki direkte bulunan düğmeye basınca
akardı su. Hele hava sıcaksa insanı serinleten güçlü bir harlayışla akardı. Su bahçeye giren
arktan, ağaçların ve ekilen sebze karıklarına salınırdı.
Kuyunun başında bir salkım söğüdümüz vardı.Halam ince bir çubuk olarak diktiğini söylerdi
kendi diktiği küçük bir çubuğun kocaman bir ağaç olarak gördükçe. Söğüdüme iyi bakın ha, kesmeyin sakın derdi. Kuyudan iki üç adım ilerde amcamgilin bahçeyle sınırımız olan
tel örgü vardı. Ben de buraya kuyunun hemen ilerisine kayısı çekirdekleri ekmiştim. Onlar
bir kaç yıl içinde büyümüş kayısıları yer olmuştuk. Ben de nedense bu ağaçları çekirdekten
yetiştirdim diye övünürdüm. Kayısıların önünde daha önce getirip fidaladığım gül ağacı
ve anneannemin Beypazarından alıp diktiği üzüm asmaları vardı. Asmalara bir korunak
yapmış onları buraya sardırmıştık. Asma çardağın altında çok güzel günlerimiz geçti. Oraya
bir dala yaslanır el işimi yapardım. Ben de annem gibi boş oturmazdım. Elimde mutlaka
yaptığım bir iş olurdu. Dikiş, dantel, örgü ne olursa.
Asmanın ve gülün altına gelmişken minik bir anımı anlatmadan geçmeyeceğim. Gül zamanı
idi. Reçel yapmak için gül topluyordum. Bu sırada yanıma amcamgilin bahçeyi eken
Şecaettin bey geldi. Oğlandan kızdan, bahçeden konuşurken ordan bir gül koparıp elime uzattı. Alıp diğer güllerin arsına koydum. Güleceksiniz ama bir erkekten elden ele aldığım
ilk gül oldu.’Daha sonra burdan, edebiyat defterinden umutkırıntısı sevgili Arda İstanbul’da
arkadaşlarla birlikte hepimize birer gül verdi.’ İnsana hayatta bu kadarı da yeter diyelim.
Daha sonraları asmanın altında değil az ilerdeki vişne ağaçlarının altında oturur olduk ama
kuyudan yani sudan uzakta olamıyorduk.Su gerçekten hayat.Onu ne kadar hor kullanıyoruz
Bahar geldimi bahçeye gitmelerimiz başlardı. Annem erkenden gider, ben de ona öğlene yiyecek bir şeyler götürürdüm. Orda patlıcan börttürürdük çoğunlukla. Salata yapar büyük
bir iştahla yerdik açık havada. Bazen de bir bulgur pilâvı yapardım derme çatma ocakta.
Mısırlar olunca mısır közlerdik çoluk çocuk.Çocuklar deyince bahçede çocuklarla yeninden
oyunlarla çocukluğumuzu yaşardık. Bu oyunlar genellikle top ounu ve yağ satarım oyunu
olurdu. Bahçe bizim şarkılarımız ve seslerimizle neşe içinde olurdu. Orası bizim evimizdi
sanki.
Biraz da kuyumuzdan söz edeyim. Yazıyı yazmak amacım buydu. Sevgili Gülnur’a Vertigo’ya
söz verdiğim için yazıyorum zaten. Kuyunun yanı yöresi vişne, elma, armut, kayısı, salkım
söğütle ve asmalarla çevriliydi. Elbette çeşit çeşit kuşlar sincap, kirpi, köpek gibi hayvanlar da vardı yanımızda tepemizdeki ağaçlarda. Kuyunun üstü tam örtülü değildi.
Bir kıyısı açıktı. Kuyudan su çıkmayınca ip bağlı bir tenekeyle su çekerdik buradan.
Bir bahar günüydü sanıyorum. Asmanın dibine oraları kendine yuva yapan bir köpek yavrulamış. Dokuz tane birbirinden güzel yavru köpek. Birbirlerine sokulmuşlar, kimi
annelerini emiyor kimi gözleri yumuk anneye sokulmuş, memesini arıyor. Bu yavrular
azıcık büyüyünce kuyuya yaklaşmaya başladılar. Anneleri yokken bir çuvala doldurup
bahçenin en alt kısmına ayvalıklara götürdüm. Oradaki büyük söğüt ağacının dibine
bıraktım. Ertesi gün geldiğimde kuyunun yanında minik köpeğin birini görünce beynimden
vurulmuşa döndüm tam deyimiyle. Bu gelmişse, diğerleri de gelmiştir diye. Kuyunun
içine eğilip baktığımda iki küçük yavruyu gördüm. O zaman cep telefonları yoktu. Eve
koşarak telefonle itfaiyeyi aradım. İtfaiye ölü köpek yavrularını çıkardı. Kuyuda ölenler
bu kadarla da kalmıyordu. Serçeler nedendir bilinmez kuyuda yuva yapmayı çok seviyorlar
sürekli kuyudan serçe ölüleri çıkarıyorduk.Daha doğrusu Ankara’da itfaiyeci olan kardeşime
çıkarttırıyorduk.Sürekli şu kuyunun üstünü tamamen kapatalım derdik ama bu işi üstlenen
olmazdı.
Şimdi ne bahçe kaldı ne kuyu. Her yerde olduğu gibi burada da inşaat her yer. Elma, kiraz
söğüt ağacı olması gereken yere yapılmış bir evde yazıyorum bu yazıyı. Biraz da ağlamaklı
ve içim burkularak. Hep böyle bir ev hayal ederdim. Şimdi de eski bahçemiz gibi bir bahçe
hayal ediyorum. İçinde çocukların gülüp oynadığı. Taze sebzelerinden. meyvelerinden
koparıp yediğimiz. Dibini çepinlediğimiz çilekleri, salıncaklar kurduğumuz elma ağaçlarını
o sulu sulu handisünger armutlarını, yabani kirazı, vişneleri. Kısacası yaşanması gereken o
cenneti. Olur mu dersiniz?
14. 11. 2013 / Nazik Gülünay