- 880 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Delike
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hızımı sabitledim. Radyonun tuşuna bastım; Telemann çıktı: A Majör keman konçertosu! Ekim sonu yaprakları sarartmış, kızartmış, portakal rengine getirmiş. Aralarda çamlar boy gösterip, “Aslında diğerleri de bizimle aynı renkteydiler” hatırlatması yapıyor. Kıvrılan yolda dans edercesine gidiyorum.
Evi hayal ediyorum. On dakika sonra varacağım evimi özlüyorum. Vardığım evde ceketi asıp, geri kalana dokunmadan buzdolabına koşmayı, mevsimin birasını almayı ve terasa çıkıp onu içmeyi düşlüyorum. Biliyorum ki eşim bu durumdan hiç memnun olmayacak. Gün boyu görüşememenin acısını eve geldiğim ilk yarım saat içinde çıkarmayı isteyecek. İşten bahsedecek. Oğlumuzun, daha doğrusu onun oğlunun okulunu konuşacak. “Ne olacak bu çocuğun hali diyecek?” Aklıma “Bakalım hayırlısı.” demekten başka bir söz gelmeyecek. Onu teselli etmeyi deneyip, beceremeyeceğim. Arada biramdan yudumlar alacağım ama ne içtiğimden zevk alacağım, ne de gün boyu özlediğim gevşemeye kavuşacağım.
Hayalime bunların olmayacağını da katıyorum. Teras, ben ve Oktoberfest... Arkama bir araba gelmiş. Kornaya basmıyor ama tamponunu dayamasından hızlanmamı istediğini anlıyorum. Sallamıyorum. Hayali biramdan bir fırt daha çekip, başımı Telemann eşliğinde sallıyorum.
...
Eve geldiğimde eşim beni bahçede karşılıyor. Heyecan içinde arabayı garaja sokmamamı, garajda fare olduğunu söylüyor. Ona fareyi ezmemden mi korktuğunu soruyorum. Şakamı anlamıyor. “Garajda fare var. Bir şeyler yap!” Arabadan çıkıp ne yapacağımı düşünüyorum. Eşim panik içinde yüzüme bakıyor, bir mucize ile çıkagelmemi bekliyor.
Fare zehiri alabilirim. “Ama sanki bunun önceden konması gerekirdi" diye aklımdan geçiyorum, “fare benim serptiğimi gördüğü şeyi yemeyebilir.” Yapışkan kağıt kullanmayı deneyebilirim. Bu da gözüme şimdi değil de geçmişte yapmam gereken bir önlemmiş gibi geliyor. İçeri girip yakalamayı denesem? Elime plastik kova ya da kutu alır, fareyi ona hapsetmeyi denerim. Yoksa fareleri yoketmede uzmanlaşmış birisini mi çağırsam? Yok, bu iyice tuzluya kaçar. Hem onların çaktırmadan farelerin kökünü kurutmayıp, bizi kendilerine bağımlı hale getirdiklerinden şüpheleniyorum. Peki Kemal’lerin kedisini ödünç alıp, garaja salsam? Kedi değil mi, kemirgeni bulunca üzerine atlar. Ama şu var ki, Kemal’in kedisi pek bir sümsük; hayatta farenin filan peşinden koşmaz.
Ben ne yapacağımı düşünüyorum, eşim histerik bir şekilde çevremde dönüyor. Ona pek aldırmıyorum, o da aldırmadıkça daha hezeyana kapılıyor. Tam garaja girip fareyi ellerimle, daha doğrusu bir kutuyla yakalamaya karar vermişken evden koşarak oğlum Kerim Can geliyor. “Oğlum” dediğime bakmayın, benim değil, eşimin önceki evliliğinden oğlu. O da annesine uyuyor, heyecan içinde: “Cezmi Baba! Cezmi Baba! Garajda fare var, annem söyledi değil mi? Telefonla babama sorduk, ‘Zehir atın’ dedi.”
Babana mı sordunuz? Baban Hong Kong’da değil mi? O bizim evdeki fareyi nereden biliyor? Gözlerime bakan birisi bunları ve benzeri soruları bir çırpıda görebilir. Nitekim eşim de görüyor. Bir anda duruluyor, sessiz soruma sesli yanıt vermeye çalışıyor.
“Çocuk fareyi duyunca çok korktu. Ben de korktum haliyle. Sana telefonla ulaşamadık. Ne yapacağımızı bilemeyince Kerim Can ‘Babama soralım’ dedi. Başta aramayacaktım ama ... Kerim Can ısrar edince aradık.”
Demek Hong Kong’daki babayı aradınız... Telefonuma bakıyorum, gelen aramaların sayısı sıfır.! Sıfır...
“Niye aradınız? Fare hayatınızı mı tehdit ediyordu? Garajda çıkmış, evde bile değil. Arayacaksan buradaki arkadaşlarını arasana. Herkesin evi bahçeli; Hong Kong’da gökdelende yaşayan adam ne bilecek? Si... Kerim Can’ın ev ödevlerini de ona sor bari. Ya da akşam ne giyeceğini? Bu herif niye hala hayatımızda? Ona ne bizim evde çıkan fareden, veya yenen yemekten?”
“Abartma canım. Çocuğu yatıştırmak için aradım. Önemli değil. Biraz konuştular, sakinleşti.”
“Görüyorum ne kadar sakinleştiğinizi...”
Onlara arkama dönüyorum. Komşu evlere bakıyorum. Kimse yok dışarıda. Bizimkilere dönüp “Gelin benimle” deyip eve yöneliyorum. İkisi de yerlerinden kımıldamıyor. Uzanıp bileklerine yapışıyorum. Çekiştire çekiştire eve sokuyorum. Yukarı kata çıkıyoruz. Yolda eşim trabzana dizini çarpıyor; aldırmıyorum. İkisini de yatak odasından içeri itiyorum. Kapıyı üzerilerine kilitliyorum. Sıra fareye geliyor.
Fare onlar kadar kolay teslim olmuyor. Önce bir pastırma dilimiyle onu kandırmayı deniyorum. Yemiyor. Sonra saklandığını tahmin ettiğim karton kutuları kurcalamaya başlıyorum. Bu sonuç veriyor. Fazla ortalığı dağıtmadan fare ortaya çıkıyor. Fındık faresi bu, iri bir şey değil. Elimin altında tuttuğum plastik kovayı üzerine kapatıyorum. Sonra fareyi Kerim Can’ın bir süredir boş olan kuş kafesine koymak için, kovanın içinde yakalamaya çalışıyorum. Elimi ısırıyor. İşaret parmağımı kanatıyor kahrolasıca! Sinirle tekrar ısırmasına aldırmadan elimi bir daha daldırıyorum; işte avuçlarımda. Vargücümle sıkmak istiyorum ama kendime hakim oluyorum. Kafese tıkıştırıp bu fare meselesini hallediyorum.
Elimde fare kafesi eve girip, soluğu üst katta alıyorum. Yatak odasının kapısını açtığımda Kerim Can ile annesini yatağın üzerinde, otururken buluyorum. Kafesi yere koyuyorum:
“Şimdi babanızın fare için yaptığı önerileri deneyebilirsiniz.”
Kafesin kapağını açıp, fareyi odaya salıyorum. Çıkarken kapıyı tekrar kilitlemeyi de ihmal etmiyorum.
...
Geceyarısı iki gibi, komşuların şikayeti üzerine polisler kapıya dayandığında yatak odasından hala çığlıklar geliyor. Elimde Oktoberfest birası, polisleri karşılıyorum.
YORUMLAR
Modern çağın sanki en kıymetliymiş gibi zamanı gözümüze gözümüze sokup, oprerayı uzun bulup opereti kutsaması, senfoniyi konçertoya evirmesi, o hüzünlü kâr'dan bıkıp şarkılara demir atmasını da anlayışla karşılayabilirim ama tadında giden öyküleri kısa bırakması yok mu, kızdım bak şimdi...
İlhan Kemal
Not: Kedim asla sümsük, fare yakalamayacak bir kedi değildir. Aksine sırf fare yakalamak uğruna başını ciddi belaya sokabilir.
Uzun bir aradan sonra öykülerinizi tekrar okumaya başladım.Seviyorum öykülerinizin sonlarını...:)Kutlarım,gerçekten güzeldi.Ben de zamanında benden istenen ,kapandaki fareyi yok et isteğini önce fareyi besleyip sonra da serbest bırakarak fare lehine döndürmüştüm.Öldüremezdim sevimli Mickey Mouse u.:)
İlhan Kemal
Öykünüzü okumuştum. Gülümsedim. A Majör keman konçertosu eşliğinde çığlık sesleri ve birasını keyifle içerek kafa sallayan bir adam.
Eğlenceli oldukça.
İlhan Kemal
Uzun aradan sonra iki harika öykü. Fareler çok akıllı yaratıklar. Ben de bir hafta savaş verdim...
Güne gelmeyi hakedecek kadar güzel olmuş. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
evet evet kesinlikle bu bir İlhan Kemal öyküsü..tam da özlediğim tarzda hem de:)
başlarda hep bir ipucu verir yazdıklarınız, yani bu adam ne yapıp edip birasını içecekti zaten.. hem de artık içi rahat bir şekilde içiyor, kimbilir belki de işine de geldi bu intikam oyunu..
öyküyü anlatan ısrarla oğlunun kendi oğlu olmadığı vurgusunu yapıyor. ancak içinde önceden bir kızgınlık olmuş olmalı ki, böylesi ağır bir ceza veriyor her ikisine de.. aslında kızgınlık sanki kadına ama zaten çocuk da onun değil ve çok da umrunda da değil.. hem zaten canı da bira istiyor ve tembellik yapmak...
tebrikler...
İlhan Kemal
İkinci evlilikler ise çoğumuzun hala tam olarak çözümleyemediği sorunları olan bir durum. Bu konuda kesin bir duruşum yok. Saygılarımla.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
deniz-ce
Cevap yazmayabilirsiniz de
Sizin tasarrufunuza kalmış
Takilmistim sadece;)
Tekrar Teşekkürler nezaketinize.
İlhan Kemal
Uzun zamandır okuyamıyordum sizi ...
Hikayelerinizi okumayı seviyorum ve bu da çok keyifliydi :)
Yine bir film şeridi gibi olaylar ve diyaloglar canlandı gözümün önünde...
Gülümseyerek ve sonunda nasıl ters köşe yapacağınızı düşünerek okumak çok hoştu, özlemişim...
Güne gelmesini :) bekliyorum, dostça hep...
Denizce tarafından 11/6/2013 9:18:59 PM zamanında düzenlenmiştir.
Denizce tarafından 11/6/2013 9:50:51 PM zamanında düzenlenmiştir.