kim kim?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yürüyüp gitmez mi içimizdeki ayak izleri zorlasak?
İtsek ağır bir koltuğu yerinden oynatmaya çalışır gibi tüm gücümüzle, oynatsak ve düşürsek boşluğa.
Eşyaya ruh katan bakışlarımız, deviremez mi nazarla geçmişi?
Çalı süpürgelerinin ucundan havaya yayılan toz zerrelerinin, ışıkta dans etmeleri gibi; düşüşünü kollarından sevgilinin tiyatral bir oyunla sonlandırsak…
Ben bir katilim. Hayır. Ben azılı bir katilim kurbanlarını özenle seçen. Dilimi kullanırım her cinayette ve asla beni ele vermez. İşbirlikçilerim de vardır kanıtlarımı yok eden. Onlar da ele vermezler beni çünkü dilleri yoktur.
Eski hikaye yani.
Saray entrikaları tarihin arasına sıkışıp kaldığında ordaydım. O sıkışıklıkta kolay olmadı dikkat çekmeden seyirci koltuğunda oturmak. Zira tüm koltuklar doluydu.
Yalan söyledim evet. Koltukta değil, koltuğun altında saklanıp izledim her şeyi. Saklanmanın utanç verici olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Saklanmak zevklidir. Korkutucudur. Zevkin temelinde yer alan da korkunun yarattığı adrenalin.
Hadi canım sen de! Saklambaç oynarken, saklandığın delikte yaşadığın o çarpık hazzı nasıl unuttun?
Ben unutmadım. Ebe olmanın sıkıcılığını keşfettiğimde oyundan çıktım.
Ne zaman bir tehlike sezsem kaçıp saklandım.
Zamanla en iyi nerelerde saklanılır öğrendim. Nefesimi kontrol etmeyi, heyecanımı belli bir düzeyde tutup; kalp atışlarımı dinlemeyi...
Kalbim benden nefret ediyor olmalı. Ben onu seviyorum. İçtiğim sigaralara rağmen.
yaşattığım sarsıntılara rağmen. Ayı, yavrusunu severken öldürürmüş ya!
Hırpalamam belki bu yüzden. Belki değil.
Belki, hükmettiğimi zannettiğim her şeyin esiriyim de haberim yok. Belki güçlüyüm tahmin etmediğim kadar. Belki o hiç hazzetmediğim zayıf kadın karakterin ta kendisiyim.
Belki bir kavağım dosdoğru uzayıp giden, belki sarmaşığım sarılırken çürüten.
Ben kimim bilmiyorum aslında.
Azılı bir katil olduğumu iddia etmiştim demin. Şimdi emin değilim.
Peki ya sen kimsin?
Kurban?
Katil?
İş birlikçi?
Bildiğim bir şey varsa, o da bilge zamanın vereceğidir doğru cevabı.
Yalnız, bekletmeyi pek sever. Laf aramızda uyuşuktur da biraz.
Tez canlılığıma hiç aldırmaz.
Ama ben bilmediğim şeyler için tanrıya şükrediyorum düzenli olarak.
Bir de dua ediyorum senin için.
Hep doğ istiyorum günüme.
Hep doğ istiyorum güne.
Gülüşümün öznesi ol.
Ne demişler:
Olduğu kadar, olmadığı kader.
İyi geceler...
YORUMLAR
Harikuladeydi bitanem..öyle bir ruh hali ki...kaleminin gücüne inandığı kadar yüreğine de güveniyor.
Kendinden emin... rahat..bazen de bir o kadar şüpheci ve tedirgin...Uçlarda uçurtma uçuruyor kimi düşüyor bir şekilde ...takıldığı olmadan bile kimi göğün yedi kat üstünde ipi kaçmış elinden...
Hayal gücünün zenginliği ve anlatımdaki eminlik duygusu birleşince mükemmel bir yazın ortaya çıkmış.
Bir benliğin anatomisi tüm detaylarıyla âyândı.
Gönülden tebrik ederim değerli gönül emeğini.
Her dem sevgimle yetkin kalemine ve yüreğine.
.
Diğer yandan yazının öznesinin yanısıra özneyi yazan ben yazarım diyor ...eserinde ben yazarım...
Yazının okuyucuyu diri tutan bir yanının olduğu girizgâhında belli ediyor kendini.
Böyle olunca biz de yazıyı kendimizce yorumluyoruz içimizde. İnsanın hakikati algılayıp, konuyu kendince yorumlaması ve doğru bir bakış açısı getirmesi bütünsel bir duyarlılık esasen... fark ediyoruz.
Ve tüm “belki” leri okurken insanın bu seçmece özgürlüğünün anbean yanılsamaların zembereğinde gelgitler içinde olduğunu da anlıyoruz.
“Kim’in kim olduğu “ bir yerde önemini de yitiriyor ben’i yok saymadıkça…
Güzel yazınızı tebrik ederim.
~Sevgimle.
Çelişkilerle dolu bir yazı bence.Okurken dalıp giderim. O harfler,kelimeler beni içine çeker ve manalarını fısıldar kulağıma kel'am perileri.
İşte o zaman "eşyaya can veren bakış değil,ziya'dır" derim ve bu defteri kapatırım.
İlla belagat içün bu çırpınış niye.
Niçün derinlerde nefes almaya çalışürsüz ,sahilde pırıldayan güneş kırıntıları ve muazzam bir hava var.
Zorlama incitürsün ciğerlerü.
Anlamaz olsa da okuyan diğerlerü...
Sen zaten bi endam-ı cevhersün a muallime.
neden giyersün bu eski urbalarü.
Selam ve saygı ile...
" Kim kim ?" in yazı başlığı bile yetti düşünmeye... Çok şey var söylenecek üzerine uzatarak hem de ancak tarafınızdan sıkıcı olmayan özeti geçilmiş konunun zaten profesyonel bir yazım diliyle. Sizden bugüne kadar okuduğum en güzel yazıydı bence ve hakettiği yerde görmek güzel.
Tebrikler yürekten
Sevgilerimle
Iste bu gercekten iyiydi..okurken nedense yazacak cok seyim vardi,hatta sirf bu yaziya bi seyler yazayim diye girdim ama ı-ııh simdi bombos icim..
Belki ne gicik bi kelime di mi cemrem?? :(
Bi de Allah deyip temizlemek ve guzellestirmek varken cumleleri en azindan inandigini kabul edenlerin israrla tanri demelerini anlayamiyorum..her neyse.
Cok begendim yaziyi..sevgimle,hep..
şiir
nesirle at başı giderken
şair yazarlık elbisesini giyerken
anlatılan
ürkek bir bulutun yıldızları koklamasıdır
zaman
yalnızlar meyhanesinde şarabını yudumlar durur
rakı ısrarla pilakisini beklerken
ne de olsa
kalem sahibi
kalemini bırakırken denize
mavi renkte bir dalga
sahiplenir
yazarın yüreğini
tebrikler
imle
Şimdi,
bu yorgun kafa ile,
bu tür bir yazıya nasıl yorum getireceğiz?
Zor zanaat...
Önce,
Deniz-ce'nin,
uzun süredir nesirden uzak kaldığını hatırlatalım...
Kapılıp gitti çokları gibi şiirin sihirli rüzgarına...
Ama,
görünen o ki;
nazımda da, en az nesir kadar başarılı kendisi...
Laf aramızda,
burada da kafa karıştırmaya devam ediyor.
Yazı ile epeyce güreştik ama,
son kısmına gelince gardımız düştü,
tuş etti bizi kelimeler...
''Ama ben bilmediğim şeyler için tanrıya şükrediyorum düzenli olarak.
Bir de dua ediyorum senin için.
Hep doğ istiyorum günüme.
Hep doğ istiyorum güne.
Gülüşümün öznesi ol.
Ne demişler:
Olduğu kadar, olmadığı kader.
İyi geceler...''
Bilemiyoruz,
kimi, neyi, nasıl anlatıyor bu güzel cümleler ama,
bize diyor ki;
Her insanın, gülüşünün öznesi olan bir sevdiği olmalı...
Hep gününe doğan...
Hep güne doğan...
Güzel bir çalışmaydı...